İyimser insanlara ya da günümüzdeki moda deyimiyle olumlu düşünenlere “Pollyanna’cılık oynuyor” deriz. Biraz da alaycı bir tavırla. Peki haklı mıyız? Yoksa yanılıyor muyuz?
Bizim kuşak Pollyanna hikayeleri ile büyüdü. Kimimiz bu hikâyeye inandık, kimimiz “Hadi canım oradan” dedik. Ama herkes bu masum karaktere sevgi ve sempati ile baktı. Peki ne oldu Pollyanna’ya?
İlkeleri hala geçerli mi? Yoksa alay konusu mu?
İyilik, dürüstlük, olumlu yaklaşımla bezenmiş hayat felsefesi saflık hatta enayilik olarak mı nitelendiriliyor?
Şener Şen’in filmi gibi namussuz namuslu mu denmeye başlandı?
Onun öyküsüne, yaşam felsefesine inananların çoğu belki de büyük hayal kırıklığına uğradı; insanlara küstüler, kitaplara küstüler; hayali kahramanlar daha da ulaşılmaz daha da hayali oldular. Peter Pan’ın perisi Tinkerbell’inki gibi pırıltısı sönüverdi.
Bu ruh hali, bizi karamsarlığa, umutsuzluğa ve daha kötüsü tatminsizliğe götürdü. Bu tatminsizlik üzümün üzüme baka baka karardığı gibi yayıldı ve kolay beğenmeyen ama bol bol şikayet eden bir topluma dönüştürdü. Tüm bunlara büyük kentlerin koşturmacası ve acımasızlığı da eklenince kaderimize razı olduk belki de:
Bu nasıl trafik?
Bu nasıl hava? Çok sıcak! Çok Soğuk! Yağmurlu, Karlı, Sisli.
Bu nasıl şirket? Hayatımda böyle bir firma görmedim.
Bu insanlar ne tuhaf?
Bütün iş arkadaşlarım bana karşı tavırlı sanki.
Kimse beni anlamıyor.
Burada nasıl Starbucks olmaz? Zara bile yok.
Ruh halim bugün berbat.
Gezegenlerin konumu en kötü etkiyi yapacakmış.
Bu nasıl yemek? Çok yedim.
Mutlaka müdür olmam lazım.
Mutlaka bu geziye ben de katılmam lazım.
O neden benden daha fazla maaş alıyor?
Burası çok tenha.
Burası çok kalabalık.
Bir daha iyilik yaparsam iki olsun!
Yine hayal kırıklığına uğradım.
Sorsak, dertleşsek, eminim hepimizin o muazzam beyni kendi kendisini bile inandırabilecek bahaneler üretecektir.
Son zamanlarda aklımdan hiç çıkarmadığım Robin Sharma’nın sloganı şu:
“En iyisini umarken, en kötüsüne hazırlıklı ol”
[Expect the best, Prepare for the Worst]
Olumlu tavır mı, nedir o?
Olumlu düşünceyle, umutla, sevgiyle hareket edebilirsek olumlu bir tavır sergileriz. Bu tavır bizim hedeflerimize ulaşmamızın ihtimalini artıracaktır. Ancak bazen dış veya iç etkenlerden dolayı başarılı olamayabiliriz. Belki neden, bizim henüz hazır olmamamızdır. Bazen çevremiz sanki bize oyunlar oynar.
Edison ampulü buldu; binlerce başarışız denemeden sonra.
Gandhi bir ülkeyi savaşmadan özgürlüğüne kavuşturdu, önüne çıkan her insan ona yardım mı etti?
Atatürk tüm fedakarlıklarla ülkeyi kurtarıp refaha çıkartırken, belki de ülkesindeki en yalnız insandı.
Herhangi bir durum mutlak iyi veya kötü değildir. Durumu iyi ve/veya kötü yapan o durum karşısında yaptığımız kendi yorumumuzdur. Üstünüze bir müdür atandığı zaman buna son derece mutsuz olup istifa edebilirsiniz veya bu kişiden yeni bir şeyler öğrenebileceğinizi düşünebilirsiniz. Uçağın rötar yapmasına kızabilirsiniz veya bunu kitap okumak için çok iyi bir fırsat olarak görebilirsiniz.
Olumlu bakabilirsek mutlaka durumu daha olumlu yorumlayıp, daha olumlu bir tavır sergileyebiliriz.
Pozitif bir bakış açısı kendimizi geliştirip hedeflerimize ulaşmak için de yardımcı olacaktır.
Öncelikle elimizdekilere şükredelim. Bunların farkına varalım. Kendimiz hakkında “farkındalık” yaratalım. Doğrularımız ve yanlışlarımız var. Düşünelim:
Bu yanlışlarımızı düzeltmek için neler yapabiliriz?
Ne zaman yapabiliriz? Ne yapabiliriz?
Adım adım nasıl ilerleyebiliriz?
Kendimiz için gerçekçi hedeflerimiz neler?
Neyi yapmak isterdiniz?
Unutmayalım ki, olumlu düşünceler bizi olumlu tavırlara götürür; bu tavırlar da bizi olumlu sonuçlara eriştirir.
Deniz Öztaş