Röportaj: Radyocu Geveze ile Hayata Dair

Onu tanıyanlar mikrofondan kalplere yansıyan sevgiyi, samimiyeti ve içtenliği bilirler. Biraz daha yakından tanımak ve sohbetimizi sizlere aktarmak istedim. İnsan bir sohbetin ardından da sahip olduklarının farkına varabiliyor. Geveze ile sohbetimizi, Onun anlattıklarını okurken; bir kitap okumuş, bir terapi odasından çıkmış ya da bir dost sohbetinde huzur bulmuş gibi hissedeceksiniz. Radyocu bir bilge sevgili Jozi Zalma, nam-ı diğer Geveze ile sohbetimizle sizi baş başa bırakıyorum.

Geveze ve Veda Zamanı

“Ve Veda Zamanı” Hikayelerinizi yayınızı dinleyemediğim zamanlarda bile sonra sayfanızda yaptığınız paylaşımlarınızdan mutlaka izliyor ve çok keyifle hikayelerinizi dinliyorum. Çocukken yaptığınız mahalle maçlarından bahsettiniz bir yayınızda. Bizi de çocukluk dönemlerimize götürdünüz.  Daha fazlasını merak ederek sormak istiyorum: Nasıl bir ailenin içinde büyüdünüz?

Esnaf bir babanın, ev hanımı bir annenin oğluyum. Bir de kız kardeşim var. Mütevazi bir çocukluk geçirdiğimi söyleyebilirim. Mütevazi derken; evinde bir sobası olan, salonun sadece misafire açıldığı, orta halli bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Dolayısıyla da hayatımın bir kısmı sokakta geçti. Çocuklar eskiden evde oynamıyorlardı, sokağa çıkıyorlardı. Mahallenin çocukları hep beraber oynuyorduk. 14 yaşıma kadar benim böyle enteresan bir mahalle hayatım oldu. Mahalleden arkadaşlarım vardı. Sokakta mahalle arkadaşlarımla oyun oynardık. Enteresan bir çocukluk değil şimdi baktığım zaman ama sokakta büyüdüm dersem çok yanlış olmaz.

“Babam beni sadece sevdi. Ben de çocuklarımı seviyorum. “

Evlisiniz ve iki oğlunuz var. Kaç yaşında çocuklarınız?

Biri 16, diğeri 20 yaşında.

Kaç yıllık evlisiniz?

22 yıllık evliyim.

Siz bir babasınız. Babanız ile ilişkileriniz nasıldı? Siz nasıl babasınız? Biraz babanız ve babalığınız ile ilgili konuşabilir miyiz?

Babam babasız büyüyen bir adam olduğu için çok net olarak nasıl bir babalık yapacağını bilmiyordu belki ancak beni sadece sevdi. Ben de aynı fikrin doğru olduğunu düşündüm, ben de çocuklarımı seviyorum. Onları anlamaya çalışıyorum. Nasıl bir babayım? Bizim evde biz dört kişi yaşıyoruz, bir de köpeğimiz var evimizde. Bizim evde herkesin söz hakkı vardır. Bazen üç kişinin yapmak istediğini bir kişi yapmak istemiyorsa bazen yapılmıyor. Olabildiğince demokrat olmaya çalışıyoruz. Eşim de ben de onların fikirlerine saygı gösteriyoruz. Onların yapmak istediklerine saygı gösteriyoruz. Onları olabildiğince manipüle etmemeye çalışıyoruz. 

“Bizi kandırmışlar. Bize demişler ki: “Başarılı olursan, mutlu olursun” 

Siz 14 yaşlarında radyoculuğa başlıyorsunuz. Çocuklarınız, mesleki anlamda sizden etkileniyorlar mı? Onların hayalleri neler?

Umarım iyi yanlarımdan etkileniyorlardır, kötü yanlarımdan da etkilenmiyorlardır. Hepimizin olduğu gibi benim de iyi yanlarım ve kötü yanlarım var. Eğer benim yapmak istediğim işi yapmak isterlerse yapabilirler. İkisi de şu anda böyle bir şey yapmak istemiyorlar, benim anladığım kadarıyla. Büyük oğlum milli sporcu. Geleceğini yaptığı spor üzerine kuruyor ve böyle bir gelecek istiyor. Aynı zamanda ekonomi okuyor. Küçük oğlum yemek yapmayı seviyor. O da mutfak sanatları üzerine bir şeyler yapmak istiyor. İnsanın yapmak istediği şey ile ileride karşısına çıkacak olan şey her zaman birbirini tutmuyor. Ben çocukken ilk başta radyocu olmak istiyordum. Ondan sonra otelci olmaya karar verdim. Turizm işletmeciliği okudum. Ticaret yaptım, rehberlik yaptım, tuvalet temizledim. Mutfaklarda çalıştım, kasiyerlik yaptım. Hakikaten çok abudik, gubidik işler yaptım. Depolarda çalıştım… Geçen gün konuşuyorduk; ben on dokuz yaşımdan beri kendi parasını kazanan bir adamım. On sekiz buçuk yaşımdan beri çalışıyorum, kendi paramı kazandım. Zaman zaman para kazanamadığım zamanlar da oldu. Şimdi radyocuyum. Umarım istedikleri keyifli, eğlenceli işi yaparlar. Çünkü bizi kandırmışlar. Bize demişler ki: “başarılı olursan, mutlu olursun.” Oysa makine öyle çalışmıyor, mutlu olursan başarılı olursun.” Çocuklarım da umarım mutlu olacakları bir şeyler yaparlar.

Zaten siz de en sevdiğiniz şeyleri yapmışsınız. En büyük örnekleri sizsiniz. Ve hepsini profesyonel anlamda yapıyorsunuz…

Ben radyocu olmadan evvel şarkıcıydım. Profesyonel şarkıcılık yapıyordum. Bizim Türkiye’de bu işi yapanlar kendilerine sanatçı diyorlar. Sanat başka bir şey, yanlış kullanılıyor. Ben şarkıcıydım. Şarkıcıların arasında sanatçı olanlar vardır. Mesela Ajda Pekkan bir sanatçıdır, sesini diğerlerinden farklı kullanır. Tarkan bir sanatçıdır, sesini çok özel kullanır. Böyle birçok isim sayabiliriz. Bazıları da şarkıcıdır. Sadece şarkı söylemeyi sever ve henüz o sanat noktasına ulaşamamıştır. Ben yirmi yaşından sonra profesyonel olarak gece kulüplerinde, barlarda şarkı söylemeye başladım. Benim asıl profesyonel işim radyoculuktan önce şarkıcılıktı. Bir iki enstrüman da çalıyorum. Böyle bakarsanız sevdiğiniz işi yapmaktan daha çok şu oluyor; “bir şey deniyorsunuz onu seviyorsanız yapmaya devam ediyorsunuz.” Bir şey deniyorsunuz ve onu sevmiyorsanız yapmıyorsunuz. 

Deniyor olmak da mühim bir şey. Denemeden, “yapamam” diyerek çekilebilen insanlar var.  Denemek, deniyor olmak da önemli bir nokta değil mi?

Bizim coğrafyada ne yazık ki ‘gaz’ yok. Bir insanın bir insana verdiği o motivasyon, destek, o gaz ne yazık ki yok. Hiçbir insan diğerine gaz vermiyor. Çok yakın zamanda bir arkadaşım bir anda sosyal medya fenomeni oldu. Fenomen olmadan önce şöyle bir şey söylemişti, “ağabey ben sosyal medyadan devam edeceğim.” Ailesi dahil etrafındaki herkes, “olur mu öyle şey. Sosyal medya da neymiş. Oradan para mı kazanılır, canım işin var, işini bırakacaksın, nereye gittiğini bilmiyorsun” gibi sözlerle ona mâni olmaya çalıştılar. Bu deli dinlemedi. Bana sorsa belki de aynısını ben söylerdim. Bugün ayda altmış, seksen bin lira arası para kazanıyor. Bugün ailesi şöyle diyor – varsayalım ki arkadaşımızın adı Ahmet, “canım Ahmet, bak ne kadar güzel işler yapıyorsun.” İki sene evvel yaparsan yok olursun diyen sizdiniz. Bizim coğrafya biraz yapamazsıncı bir coğrafya. Ancak siz insanları dinlerseniz, insanların hayatlarını yaşarsınız. Bu herkes için geçerli. Anneniz, babanız, eşiniz, dostunuz, amcanız, dayınız hepsi dahil. Elbette onları da dinleyeceksiniz ancak size doğru gelenleri alacaksınız, sonra siz bildiğinizi yapacaksınız. Bunun sebebi de şu, biri gelip bana, “radyocu olmak istiyorum” dediğinde, “harika, yapmak istiyorsan yap” diyorum. İlk soru şu oluyor, “bu işte para var mı?” Bak işte, demek ki sen radyocu olmak istemiyorsun sen para kazanmak istiyorsun, ikisi başka şeyler. Parayı simit satarak, ithalat yaparak da kazanabilirsin. “Peki, ne için yapmak istiyorsun radyoculuğu?” diye soruyorum aldığım cevap, “çünkü çok popüler” oluyor. Bak yine durduk. Başka işler de popüler. Şarkıcılık da popüler, sosyal medyada bir şeyler yapmak da popüler… İnsanlar aslında ne yapmak istediklerini bilmiyorlar. Aslında bu tür insanlar sadece para kazanmak istiyorlar. Sadece para kazanmak için bir şey yapmanız, siz de bir şey olması lazım. Rahmetli dedem derdi ki, “para çok değerlidir ve hep akıllı insanların elindedir ve verirken çok düşünürler.” Şimdi size adam verirken düşünüyor, ne yapacak bu adam, bana ne katacak. Dolayısıyla sizin içinizde bir ateş olması lazım.

Ben radyo programı yapmaya başladığım zaman yirmi bir yaşındaydım. Dört sene beş lira para almadan yayın yaptım. Radyo programı yapabilmek için kendime pazarlamacılık işi buldum, pazarlamacılık yaptım, bir ofiste çalıştım. Bunu yapma sebebim radyoculuk yapabilmekti. “Bu işi yapmak istiyorum, geri kalanını hallederim” diyordum. Herhangi bir işin gönlünüze yattığını düşünüyorsanız deneyin bakın, keyif alıyor musunuz yaptığınız işten. Keyif alıyorsanız üstüne gidin. 

“Sevdiğinin peşinde olmak “Anlattıklarınızdan bunu görüyorum. Seviyor ve fedakarlıkta bulunuyorsanız da yaptığınız işin kazancını elde ediyor, ekmeğini de yiyebiliyorsunuz. Deneyin olmuyorsa yine deneyin diyorsunuz.

Deneyin olmuyorsa değil, “deneyin seviyor musunuz? “Yaptığınız işten belki çok şey elde etmeyeceksiniz, belki tanınırlığınız olmayacak ama bir deneyin bakalım siz o işi seviyor musunuz? İnsanlar tanınmak ve bilinmek istiyorlar. Eğer sizden bahsedilsin istiyorsanız, tanınmak ve bilinmek istiyorsanız size söyleyeyim yolunu, Taksim meydanına çıkın, çırılçıplak soyunun mutlaka sizi bir dergi, gazete, medya yayınlar. Her yerde ünlü olan bir insan olursunuz ve herkes sizden bahseder, Nasıl tanınmak istiyorsunuz? İnsanlar sizi nasıl bilsin istiyorsunuz? Kendinize sormanız gereken soru bu. 

“Birileri sizi köstekliyorsa sabretmek gerektiğini düşünüyorum. Eş zamanlı olarak da böyle zamanlarda daha çok çalıştım. “ 

Sizler göz önünde olan, takipçileri, hayranları olan insanlarsınız. Genelde bu tarafa yansıyan görüntünüz her zaman mutlu ve güler yüzlü… Siz genelde yayın sonunda, hikayelerinizde ya da sosyal medyada duygularını da rahatlıkla ifade eden bir insansınız ancak yine de sormak istiyorum. Hayatınızda “yeter artık” dediğiniz, vazgeçmek, gitmek, pes etmek istediğiniz zamanlarınız oldu mu? Zor virajlarda neler yaptınız, nasıl üstesinden geldiniz o hallerinizin?

Çok oldu tabi ki. Tam otuz senedir radyo programı yapıyorum. Tam dokuz bin beş yüz program yapmışım. 

Daha da devam edin inşallah. Çok ciddi bir rakam.

Ara ara sıkıntı oldu mu? Oldu tabi ki. Hatta ara ara da demeyelim, çok sıklıkla oldu. Eğer sevdiğiniz ve sizin için doğru olduğunu düşündüğünüz bir iş yapıyorsanız ve birileri de sizi köstekliyorsa sabretmenin gerektiğini düşünüyorum. O köstekleyen bir şekilde yok oluyor, siliniyor gidiyor. Eş zamanlı olarak da böyle zamanlarda daha çok çalıştım ve daha ne üretebilirim, ne yapabilirim diye çok kurcaladım. İnsanların yanlış bildiği bir şey var ben bunu radyo programlarında sıklıkla anlatmaya çalışıyorum; insanlar şöyle diyorlar: “eğer zengin olursam mutlu olacağım.” İkisi elma ve yumurta kadar birbirinden farklı şeyler.

Hayatı size güzel yapan şey, sahip olduğunuz şeylerden keyif almak.

Paranızın olmaması sizi mutsuz edebilir bakın bu doğru. Paranızın olması sizi mutlu edebilir bu da doğru. Ancak bunlar sizi mutlu ya da mutsuz edecek iki milyar sekiz yüz kırk altı milyon, dokuz yüz elli sekiz bin yedi yüz kırk beş şeyden sadece biri. Bunun dışında insanı milyarlarca mutlu edecek sebep var. Ne yazık ki, insanlar bunu tek bir parametreye bağladılar. Bu da mutsuz olmalarına sebep oluyor. O kadar sabit düşünüyorlar ki, çok paran varsa senin mutsuzluklarının bir kısmı olmuyor. İnanmayacaksınız ama o insanların da başka mutsuzlukları var. Bunu galiba en güzel şöyle anlatmak mümkün; sadece parayla mutlu olunabilseydi dünyadaki toplam psikolojik ilaçların ki bunlardan kastım, gerginliğe, sinire, strese karşı alınan ilaçların yüzde doksan dokuz nokta ikisini dünyadaki en zengin kesim kullanıyor. Yüz üç binde bir… Yani varlıklı insanlar kullanıyor, parası olmayanlar kullanmıyor. Sahip olduğunuz hayattan keyif alabiliyorsanız hayat çok güzel. Hayatı size güzel yapan şey, sahip olduğunuz şeylerden keyif almak. Neye sahipsen, elinde ne varsa… Sahip olacağın şey seni mutlu edecek diye bekliyorsan olmayabilirsin. Şu anda bizi okuyan herkesin evinde musluklarından su akıyor. An itibariyle Gana’da bir şehirde, bakın köyde demiyorum şehirde diyorum, su yok. Hiç yok! Musluktan su akmıyor. Ve o adam şöyle diyor; adamlara bak ne şanslılar, musluklarından su akıyor ve su içebiliyorlar. Biz de başka insanlara, ülkelere bakıp, ne şanslılar diyoruz. Keyif almak önemli. Sahip olduğumuz şeyden keyif almak…

30 yıldır radyoda o koltukta yayın yapıyorsunuz. Zirve diyebiliriz bu koltuğa. Bugün sizi çocuklar da takip ediyor ve radyoda onlara “evet- hayır” oyunu oynatıyorsunuz. O koltukta olmak, o koltuğu korumak durumundasınız. Bu size neler hissettiriyor?

Hiçbir şeyi korumak zorunda değilsiniz. Sadece hayatınızı sevdiğiniz şeyi yaparak sürdürmek durumundasınız, öyle korumak gibi bir endişe ya da zorunluluk yok.

Öyle bir kaygım, endişem olmadı diyorsunuz o zaman…

O yanlış bir bakış açısı. Öyle bir kaygınız olsa siz paraya hükmetmiyorsunuz, para size hükmediyor demektir. Böyle bir kaygıyla yaşarsanız siz sahip olduğunuz şeylerin bağımlısı oluyorsunuz ve onlar olmadan yaşayamam diyorsunuz. İnsanın ruh hali olarak ben bunun çok sağlıklı bir şey olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar bir şekilde teveccüh ettiler, dinlediler ve ben de bu şekilde en çok dinlenen radyocular arasında oldum. Dinleyiciler beni kabul ettiler ben de onların sayesinde buradayım. Dediğim gibi, bir şeyin bağımlısı olmamanız lazım; o zaman o size sahip oluyor. Bu her şey için geçerli. Böylece daha özgür oluyorsunuz. Bu da yapmak istedikleriniz için özgür kararlar alabilmenizi sağlar.

O zaman bu bakış açısı rekabet düşüncesini de ortadan kaldıran bir şey mi oluyor?

Benim radyo programımı yaptığım saatte birçok yayın yapan arkadaşım var. Hepsi de çok sevdiğim arkadaşlarımdır ve çok da güzel program yaparlar. Aramızda işsel bir rekabet var mıdır, evet vardır ama kişisel bir rekabet yoktur. Benim içsel olarak rekabet ettiğim tek kişi benim. Afrika’da her gün bir aslan uyanır. O gün hayatta kalabilmesi için bir ceylanı yemesi gerekir. Eğer bir ceylanı yakalayamazsa ölür çünkü aç kalır. Aslında onlar üç dört tane aslandırlar. Avı avlayabilmek ve yiyebilmek için en hızlı aslan olması lazım. En hızlı aslan olabilmesi için onu geçen aslandan daha hızlı olabilmesi gerekir. Her sabah Afrika’da bir tane de ceylan uyanır. Uyanan ceylan aslandan kaçabilmek için en sonuncudan daha hızlı olmalıdır. Ama en sonuncu yakalandıktan sonra artık dünkünden daha hızlı olması gerekir. Bizim aslında yaptığımız şey dün olduğumuzdan daha hızlı olmaya çalışmamız. Bunu mesleki bir hırs olarak görmüyorum. Dolayısıyla bunu bir rekabet olarak görmüyorum. Diyorum ki; “dün ne yaptık, bugün ne yaparız? “

Programın sonunda hep bir hikayeyle bitiriyorsunuz. İyi bir hikâye anlatıcısısınız. Hikayelerinizi nasıl belirliyorsunuz. Meraklı bir insansınız, bunu en sık kullandığınız “bunu merak ediyorum” sözünüzden görüyoruz. Hikayelere nasıl merak saldınız? Hikayeler hayatınıza ne zaman girdi?

Okuduklarım gözüme batıyor. Bazen bir şeyler okuyorum. Bazen dijital mecralar bazen kitaplarda görüyorum, ayırıyorum ve onlardan bir tane seçiyorum.

Neden Geveze sorusuna, genelde evde ben susarım, eşim konuşur diyorsunuz. Evde sessiz misiniz sahiden?

Bu bütün evlerde aynıdır. Geleneksel ev halimizdir bizim. Özel hayatımda çok konuşmuyorum.

Mutfağa girer misiniz?

Evet. Hatta az önce çocuklara hamburger yaptım. Çok severler.  Ağırlıklı olarak et yemekleri benden çıkar. Eşim çok güzel zeytinyağlı yapar. Mutfağı temiz tutarım, dağıtmam.

Eşiniz şanslı. Genelde mutfağı dağınık bıraktıkları için eşlerini pek mutfağa sokmazlar.

Ben de yeni öğrendim. Kâbus gibiydim önce.

Fazla Mesai Nasıl Doğdu?

Mardin’de birlikte askerlik yaptığım iki müzisyen arkadaşım oldu. Askerlik dönüşü bir grup kurup müzik yapacağız diye konuşurduk. 2003 yılında Fazla Mesai adında bir grup kurduk, o günden beri de müzik yapıyoruz.

Kızarmış Ekmek şarkısını çok sevdim. Söz ve müzik Pınar Çubukçu’ya ait. Kendisi de çok başarılı ve güçlü bir ses. Kızarmış Ekmek şarkısını Martı Dergisi okurları için sayfada paylaşacağım. Nasıl buluştunuz Pınar Çubukçu ile?

Pınar, bir konserde bize destek oldu. Çok ünlü isimlerle çalışan bir şarkıcı ve sanatçı. Çok güzel bir yüreği var. Pınar’a bize destek olduğunda yarım ağızla, “bizimle devam etmek ister misin” diye sorduk. Sanırım boşluğuna geldi ve kabul etti. Ajda Pekkan, Gülben Ergen, Deniz Seki gibi çok iyi isimlerle çalıştı biliyorsunuz. Çok özel bir sestir. Çoğu şarkının bestesi onundur.

Biz bu pandemi işine yanlış bakıyoruz bence. “Neden bize, bizim döneme denk geldi“ diyoruz. Aslında bize denk gelmedi. Benim rahmetli anneannem 1908 doğumluydu. Babasını Çanakkale Savaşı’na şehit olmak üzere yolladığında yedi yaşındaydı. Anneannem Geliboluluydu. Babasını gönderdiği anı hatırlıyor. Kadın Çanakkale Savaşı’nı gördü, sonra Lozan antlaşmasını gördü, ardından ikinci dünya savaşı gördü. Kıbrıs savaşı gördü, arada yokluklar yaşadı. Anneannem derdi ki; “bak evladım, on beş senede bir, bir enayilik olur. Bu yüzden on beş – yirmi yılda bir, bir sıkıntı olacak” derdi. Doğru söylüyor, ben de elli yaşındayım ikinci sıkıntıyı gördüm.

Son olarak bizlere ne söylemek istersiniz.

Kendinizi sevin Bugünün aklınızda kalacak cümlesi bu olsun. Çünkü insanların yüzde doksan dokuz nokta dokuzu kendini sevmez. İster ki başkası onu sevsin. Sen kendini sevmezsen başkaları seni nasıl sevsin. Her yerini, her şeyini sev. Ondan sonra hayat değişiyor. Önce kendini sev.

Röportaj: Sevilay Acar

Önceki İçerikFilm Tavsiyesi: Düğün Konuşması (Le Discours/The Speech, 2020)
Sonraki İçerikBilgi Artışı Beni Neden Strese Sokuyor?
Sevilay Acar
Öğrenim Üyesi / Okur- Yazar. En büyük deneyimim çocukluğumda oynadığım oyunlar ve kurduğum hayaller oldu. Her ne yapıyor olursam olayım, iki etken her zaman yolumu belirler: hayaller ve dualar. Çocuk merakı ve heyecanıyla öğrenmeye çalışıyor, okuyor, yazıyorum. Babalardan Babalara adlı bir röportaj kitabım var. Babaların ayak izlerinden oluşan ve hikayeleriyle iç dünyaya yolculuk yaptıran bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yolculuğu seviyorum çünkü her şeyin yolda şekillendiğine inanıyorum. Bu yolda en çok da öğrenciyim; kapsayan, içine alan, öğrendikçe çoğalan ve var olan. Karşılaştıklarımı, hissettiklerimi, öğrendiklerimi yazarak paylaşmaya çalışıyorum.