Aslında son derece pozitif ve hayata olumlu bakan bir insanım, ama son birkaç ayda öyle çok şey oldu ki hayatımda şaşkına dönmüş durumdayım.
İşin kötü tarafı içine kapanık biri olduğumdan pek kimseyle de bunları konuşamıyorum, en rahat olduğum yer klavye başı. Ben benleyim o an. Bir süredir ara vermiştim yazmaya ama Martı dergisiyle beraber tekrar başladım yazılara sığınmaya. Umarım sizleri sıkmadan bunu başarabilirim. İlk yazım azcık karanlık, ama söz diğerlerinin böyle olmamasına çalışacağım…
Olaylar zinciri annemin düşmesiyle başlar. Düşüş ki ne düşüş, yer gök kan sanki. Ambulans yoktur gelmez. İş benim ilk yardım eğitiminde öğrendiğim tampona ve enerji verişime kalır. Neyse hastaneye bir şekilde ulaşırız: 12’i dikişi MR’ı derken ne annem o düşüşü unutabiliyor ne ben her tarafa fışkırarak akan, sırtından havluyla sildiğim kanları unutabiliyorum. Ve de annemin ‘’hayatımı senin tamponuna’’ borçluyum sözlerini…
Kafasını çarptığı 140 senelik antika piyanoyu satma çabam inanın başka bir macera. Girmediğim antikacı, haber salmadığım arkadaş kalmadı ama bir türlü kimselerle uzlaşamadık.
İş hayatı desen, bir süredir, bir harala gürele sevdiğim insanların birbirlerini yemesini ve tartışmalarını seyrediyorum. Hani izleyici olursunuz ama hiçbir şey yapamazsınız ya, o sözler söylenecek, o kalpler kırılacaktır ya, akacak olan suyun akışını kesemezsiniz ya, benimki de o hesap. Su tartışmayla aktı bu sefer. Ben de izleyici olarak suyun kenarında kalakaldım…
Üstüne üstlük çok sevdiğim bir arkadaşımla da yollarımızı ayırmanın vakti geldiğine karar verdik…
Sonra çok sevgili halacığımın bir süredir uğraştığı hastalığın çok kötü bir evresine girdiği haberi geldi, her akşam dua ettim, her akşam reiki yolladım ve bir mucize oldu daha iyi haberi geldi.
Hep olumsuzluklar olmuyor tabi, inişlerin yanında çıkışlar da oluyor. Onları anlatmasam olmaz. 10 senelik arabamı çok sevdiğim başka bir modelle değiştirme şansım oldu. Mardin, Midyat, Hasankeyf gezisine katıldım, oraların eşsiz güzelliğini keşfetme fırsatı buldum.
Ve tam her şey toparlanıyor derken, annemin bana verdiği, benim de zaman içinde ufak tefek para biriktirip aldığım birkaç parça mücevherim – günahı kimin boynunaysa – çalındı.
Arkasından Martı dergisinin teklifi geldi. Belki başka yerden gelse bu kadar sevinmezdim. Neden mi? Çünkü küçüklüğümde Richard Bach’ın “Martı” kitabını okuyup etkilenmiş ve hep kendini sorgulayan, hayatını sorgulayan, kendi yönünü el yordamıyla bulmaya çalışan biri olarak kitapla aynı isimde olan bir dergiden gelen teklif içimi ısıttı. Üstelik derginin teması da aynı benim ruhumdaki özlemleri yansıtıyor, tam tencere kapak oldu diye sevindirik oldum anlayacağınız. Ve bunu hayatta bazı şeyleri doğru yaptığımı gösteren evrensel bir işaret olarak algıladığım için içim tekrar aydınlandı.
Arkasından kanal t’ye cumartesi günü Müge Oruçkaptan’ın sunduğu Rengarenk Dakikalar’a konuk olarak çağrıldım.
Ne diyeyim Martı’yla tekrar uçmaya başlarım inşallah. Siz de kendi yolunuz da uçmaya devam edin emi…
Sağlıcakla,
Anette İnselberg
2015 Ocak