Ruteba Doğan ile Röportaj: Küçük Bir Şey

Korona Günlerinde içimizi sıkan şeylerin yanında içimizi, yüzümüzü aydınlatan pek çok şey de oluyor. Ben de tam bu günlerde Martı Dergisi takipçilerinin en sevdiği şeyin, yeni çıkan bir kitabın peşine düştüm. Daha açmadan kapağıyla beni büyüleyen  “Küçük Bir Şey” adlı çocuk kitabının yazarı Ruteba Doğan’la yeni kitabı ve çocuk kitapları hakkında konuştuk. Hem çocuk kitapları hem de yeni kitabıyla ilgili aklıma gelenleri Doğan’a sordum, işte cevapları… 

Tiyatro eserleri yazdığını, çocuklarla drama ve çocuklar için felsefe “P4C” çalışmaları yaptığını biliyordum. Çocuk kitabı sürpriz oldu. Bir çocuk kitabı yazmaya ne zaman karar verdin?

Bir karar sonuncunda çocuklar için yazmaya başlamadım aslında. Yazdığım hikayelerde, oyun metinlerinde çocukları düşünerek oluşturduğum metinler hep vardı. Çocuk tiyatrosu için yazdığım oyun metinleri, yaratıcı drama için yazdığım masallar, hikayeler, sonra sürece çocuklar için felsefe eklendi, çocuklarla hikayeleştirme yöntemiyle iletişim kurmayı hep sevdim. Çocuklarla oynadım, düşündüm, yazdım, onlarla olan yaratıcı yazı atölyelerinde aslında ben çok şey öğrendim. Ama çocuğa bir şey anlatma nerede başladı dersen, kız kardeşimle. On yaş var aramızda. Ona hep bir şeyler uydurup anlatırdım. 

“Küçük Bir Şey” çocuklara ‘vazgeçme’ desin istedim.” 

“Küçük Bir Şey”i yazarken nasıl bir yazma süreci geçirdin?

“Küçük Bir Şey” eski bir hikaye aslında. Gezi süreci sonlanıyordu ben onu yazarken, hamileydim, ve aslında hikaye çok daha uzundu. Bir yanıyla tuhaf belki, öyle bir süreçte bir çocuk hikayesi yazmak, ama kızım doğacaktı. Karışık duygular… Aradan birkaç yıl geçti, hikayeyi yeniden düzenledim. 

“Küçük Bir Şey”in çocuklarda nasıl bir duygu bırakmasını arzuladın?” 

Vazgeçme desin. Eğer bu hikaye onu dinleyene, okuyana bir şey söyleyecekse vazgeçme diyebilsin dilerim. Yapmak istediklerine, hayaline, kendine inan; küçük bir şey olsan da inan.  Zor olan şeyler var, ama vazgeçme yolunda devam et.

“Küçük” ve “büyük” kavramlarının çocuk ve yetişkin dünyasındaki karşılıkları üzerinden her iki taraf arasında zaman zaman çatışma yaşanması da söz konusu olabilir mi?  

Elbette, bu çok doğal bir durum ama. Yani çocukla yetişkin arasında ‘küçük büyük’ algısının farklığından ötürü yaşanan çatışmanın doğallığı, keyfi, komikliği, sıkıntısı anlaşılabilir. Bence geliştiren, büyüten bir çatışma bu, her iki tarafı da, ilişkiyi de. Yetişkinin bazen ezberini bozan şeylerle karşılaştığı. Çocuğun arayışı. Ama yaşla, zamanla, hiyerarşik konumlarla ilgili bir algı farklılığı değil bu sadece, anlamlandırma farkı. Benim için büyük olan bir şey senin için küçük, aynı anlamları yüklememişiz, yetişkin dünyasında da böyle.  

“Merve (Kaya) hikayeyi çok güzel gördü, çizimleriyle çok güzel anlattı.”

Çocuk kitaplarında, hikaye kadar önemli olan bir diğer unsur da resimler diyebiliriz. Kitabı resimleyen Merve Kaya’yla nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Çocuk edebiyatında eğer resim yer alıyorsa, resim, hikaye ile aynı öneme sahip, hatta bazen önde bile. Merve ile beni,  Cem Bey (Octopus Yayınevi Kurucusu) bir araya getirdi. Farklı şehirlerde yaşıyoruz. Telefonla görüşerek, yazışarak çalıştık. Pipre’ye çok benzeyen bir karakteri vardı onu çok sevmiştim, sonra Merve hikayeyi okudu, Pipre için düzenlemeler yaptı ve hikayedeki diğer karakterleri, o dünyayı yarattı. Akordeoncunun çizimini gönderdiği gün ona sarılmayı çok istedim. Benim için çok tatlı bir sahneydi orası, Merve hikayeyi çok güzel gördü, çizimleriyle çok güzel anlattı. Uzak olmak, bu şekilde çalışmak bence birbirimizi anlamamıza daha çok katkı sundu. “Küçük Bir Şey” ikimizin de çocuk edebiyatındaki ilk çalışması. Umarım güzel bir başlangıç olur.  

Çocuk kitaplarının ülkemizdeki durumunu nasıl değerlendirirsin?

Birçok bileşen var, yayınevi, yazar, resimleyen, çevirmen, editör, kitapçılar, dağıtımcılar, okur. Hangisi üzerinden değerlendirmeli? Zaten hepsi adına yeterli bilgiye sahip değilim, ama senin bana sorduğun yeri anlıyorum. Durum kötü değil, ama yeterli de değil. Edebiyatın, sanatın, kültürün temel sorunu burada da işliyor; vitrine çıkabilmek, yabancı ya da Türk yazar olsun, durum değişmiyor. Vitrine çıkabilen ve çıkamayan kitaplar. Vitrinde görünmeyen, görünemeyen çok güzel çocuk kitapları var. Bazı yayınevleri, bu konuda büyük başarı, özveri gösteriyor, yabancı ya da Türk yazarların eserlerini yayınlıyor. Bu nedenle durum kötü değil, çok güzel çocuk kitapları var, ama okuruna ulaşabiliyor mu? Bu eserleri kim biliyor? Orada sıkıntı var. 

Sence bir çocuk kitabı hangi özellikleri taşımalıdır?

Çocuk kitabı, çocuk tiyatrosu, çocuk filmi, çocuklar için felsefe, çocuklarla drama… Çocuk için yapılan bir şey, bu şey her ne ise, bence özünde aynı şeyi taşıyor, çok bilindik bir şey, samimiyet. Seninle bir şey paylaşmak istiyorum ve seni değerli buluyorum duygusunu, düşüncesini hissettirebilmeli bence. Çocuk kitabının, çocuk için üretimlerin niteliği bence burada başlıyor. İşin pedagojik ve estetik kısmı buradan sonra geliyor.  

Anne ve babalar, çocuklarına kitap seçerken nelere dikkat etmelidir?
Bir önceki cevabımdan devam ederek şunu önerebilirim, çocuklarına değer vermeyen her şeyden nasıl uzak durmaya çalışıyorlarsa bunu kitap konusunda da yapabilirler. Çocuğun aklını, duygusunu, yorumunu küçümseyen, eleştiriye kapalı, özensiz, yaratıcılığı, çocuğun gelişimini desteklemeyen kitaplar kendini belli eder. Resimleriyle, bir cümlesiyle, hatta seçtiği bir kelimeyle, renkleriyle, her şeyiyle. Kitap seçerken bunları biraz inceleyebilmeliler.  

“Anne ve baba, kitap çocuk ilişkisinde rol model olabilir, yol gösterebilir, çocuğun iyi eserler ile buluşmasını sağlayabilir ama buradan sonrası çocuğun arzusu.” 

Anne-babaların “çocuklara kitap sevgisi aşılamak” gibi bir dertleri var. Çocukların kitapları severek okumaları konusunda anne-babanın rolü nedir? Bu sürece nasıl katkı sunar ya da sunmalıdır?

Seher bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyorum. Bir sürü yaklaşım var, anne-baba okusun, çocuk onları görünce okur, evde kitap olsun çocuk heves eder, merak eder okur, her gün okuma saati yapılmalı, kitapçıya, kütüphaneye gidilmeli… Aile bunları yapmasına rağmen çocuk kitaptan yine uzak. Hatta tüm bunların itici bir şeye, baskıya, göreve dönüşebildiği de oluyor. Anne ve baba, kitap çocuk ilişkisinde rol model olabilir, yol gösterebilir, çocuğun iyi eserler ile buluşmasını sağlayabilir ama buradan sonrası çocuğun arzusu.  Kitap okumayı arzulamak, bu duyguyu çocuğa aşılayamayız bence, sadece bu duyguyla tanışmasını sağlayabiliriz. (Burada gerçekten güldüm.) Bak zaten cümlenin içinde bozukluk var; kitap sevgisi aşılamak, sevgi aşılamak, mekli/maklı bir sözcükle sevgi yan yana gelmez bence.

Octopus Yayınevi hakkında:

Octopus bir kitapçı, kitap kafe olarak açıldı. Fakat sürecin başından beri Cem Bey’in hayali yayınevini kurabilmekti. Ben de Octopus Yayınevi ile çalışmaya başladım. Editör olarak dört kitabın çalışmasında yer aldım. Çocuklar için bir roman, beş öykü kitabı yayınlandı. Fabrice Boulanger “Fantastik Bir Klasik” serisi, John Bellairs “Eski Evdeki Büyülü Saat.”  Octopus Yayınevi yeni yazarların kitaplarını önemseyen bir yayınevi. Aylin Özsancak Sağdıç’ın öykü kitapları,“Tam da Yara Yerinden Gülümsersin Hayata”, “ Tam İçimizde Bunca Yalnızlık Sırasını Beklerken”, Canan Öner’in “Hatırlayanlar Serisinde” iki romanı yayınlandı. Dilerim daha da güçlenerek büyür.

Seher Özen Karadeniz

Önceki İçerikDuygusal Dayanıklılık İçin 11 Film Önerisi
Sonraki İçerikPandemi Sonrası Dünyada Geleceğin Meslekleri
Seher Özen Karadeniz
İletişimci /Eğitmen. Okur, yazarım. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünde lisans, Gazetecilik bölümünde de yüksek lisans eğitimi aldım. İstanbul’da gazeteci olarak başladığım çalışma hayatımı, halkla ilişkiler sektöründe medya ilişkileri yöneticisi olarak sürdürdüm. Yavaş kent olduğunu düşünerek 2007 yılında Antalya’ya yerleştim. Büyükşehir Belediyesi’nin Tarih Vakfı’nın danışmanlığında sürdürdüğü Kent Müzesi Projesi’nde görev aldım. Proje vesilesiyle hem kenti, hem de insanın geçmişle olan ilişkisini nereden kurması gerektiğini öğrendim. Belleğin kıymetini, tarihin sadece kahramanların hayatı üzerinden yazılamayacağını/yazılmaması gerektiğini kavradım. Bu kavrayışla kentimle ilgili fullantalya ve businessantalya kent bloglarında röportaj yapıp kent yazıları yazıyorum. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde iki yıl süreyle ‘Kurum Kimliği’ ve ‘Medya Planlama’, yaygın eğitim merkezlerinde ‘İletişim’ dersleri verdim. Halen kent içindeki en büyük yeşil alanı olan Zeytinpark’ta ‘Doğada İletişim, Doğayla İletişim’ başlılığıyla iletişim eğitimleri veriyorum. www.martidergisi.com’da 2012 yılından beri kitap yazıları, insan hikayeleri, kent yazıları, zaman zaman da gezi yazıları yazıyorum. Yaşam boyu öğrenme tam bana göre deyip AÖF Sosyal Hizmetler bölümünü bitirdim. Halen Sosyoloji bölümü 4. sınıf öğrencisi olarak öğrenim hayatımı sürdürüyorum. Evliyim ve 13 yaşında bir oğlum var.