Seçim Bizim!

“Herkes seçtiği hayatı yaşar” cümlesinden hayatım boyunca hiç hoşlanmadım. Doğru veya yanlış olduğunu sorgulamadan. Sadece sevmedim. İnsanların başlarına gelen acıları, kötü deneyimleri kendilerinin seçtiği iması bana daima çok acımasız geldi.

Bugün bu hayattaki 52 yılımı tamamlamışken ve üç gün sonra hâlâ bizim olup olmadığından tam emin olmadığım bir seçimin eşiğindeyken, “Evet” diyorum, “Seçim bizim!”

Bir şeyi seçmek için o şeyi istiyor olmamız gerekiyor. Karşınıza koyulan iki meyveyi düşünün, biri muz biri çilek olsun. “Hangisini seçersin?” sorusunun özünde “Hangisini istersin?” yok mudur?

Muzu istersin ve onu alırsın, ya da çileği…

Seçtin, çünkü istedin.

İstanbul’da yaşadığım uzun yıllar boyunca Ege’de olmanın hayalini kurdum. Ama seçme şansım yoktu. İstedim sadece. Kentin, işin, aşın, aşkın, evliliğin, doğurmanın ve ayakta kalmaya çalışmanın akışında seçme şansım olmadığını düşünerek yarım yüzyıla yakın yaşadım.

Kimi ayılır bayılır ama ben hiçbir zaman sevmedim büyük kentin karmaşasını. Ben dağ başları aradım, dere kenarları, uzun kumsallar, orman dipleri, deniz dipleri hatta…

Bir gün oldu, istemenin yanında seçme ihtimalim olduğunu da hissettim. Belki büyüdüğümdendir bilmiyorum, istediğim iklimi seçtim “O kadar kolay değil o dediğin!” cümlesini o kadar uzun yıllar duymuşum ki meğer, seçebileceğimi hiç düşünmemişim.

Ben gittim diye büyük kent bir şey yitirmedi, ben geldim diye küçük kent de bir şey kazanmadı. Bir minik taş yuvarlandı geldi, yerine oturdu. Belki büyük bir rüzgâr eser ya da başka bir şey yine yuvarlanır. Kim bilebilir ki?

Doğurmayı istedim, seçtim, cam kırıklarıyla dolu yollardan geçtim, kolay olmadı.

Yazı yazmayı seçtim. “Ben büyüyünce bir Ege kasabasında, sadece yazı yazarak yaşayacağım” dedim yıllarca. Önce istedim, baktım orada istediğim şeye elimi uzattım.

Bu yazıyı okuyan şunu anlasın istemem hiç: “Kadın ununu elemiş, eleğini asmış ahkâm kesiyor.” Ne un var ortada ne elek. Kendimden 40 yaş küçük bir yavrunun bir sonraki adımını mutlu atabilmesi için klavyenin başında bazen 11 saat boyunca, ilmek ilmek işliyorum hayatı. Gözlerim yoruluyor, parmaklarım uyuşuyor bazen. Biriyle telefonda konuşurken telefonumu arıyorum dakikalarca. Yeri geliyor basit bir sözcüğü unutuyorum. ‘Açacak’ lafını getiremiyorum örneğin. Şişe ve şişe açmak üzerine pandomim yapıyorum.

 

“Ben büyüyünce bir Ege kasabasında, sadece yazı yazarak yaşayacağım” cümlesini kurarken keşke içine biraz da eğlenceli laflar ekleseymişim. “Ben büyüyünce bir Ege kasabasında, hiçbir derdim tasam olmadan sadece yazı yazarak yaşayacağım” deseymişim örneğin…J

Şimdi yine bir yol ayrımında, birlikte bakıyoruz ufuklara.

Seçim bizim.

Konuşuyorlar, kendilerini anlatıyorlar, “Beni seç” diyorlar, “Onu seçme” diyorlar. Laf atıyorlar birbirlerine, taş atıyorlar hatta.

O lafların ve taşların arasında geleceğimize bakıyoruz.

Çocukları olanlar, sadece kendilerinin değil çocuklarının geleceğine de bakıyorlar.

Ne görüyorsunuz o gelecekte?

Hangisini isteyeceksiniz kendiniz ve sevdikleriniz için?

3 Haziran 2013’de Gezi Olayları sırasında henüz iki yaşında olan kızıma şöyle seslenmişim:

“Bugün ben, kızımı uzaklarda gördüm. Apaydınlık suratınla, mini mini bedeninle, bir elinde kitapların bir elinde sevgilinin eli. Adın Tuna, adın Deniz, adın Nehir, adın Can, adın Ayşe, adın Selin, adın Elif.

Taksim Meydanı’nda ilerliyordun. Gülümsüyordun. Bir ağaç gölgesinde arkadaşlarınızla buluştunuz, konsere mi gidecekmişsiniz ne, telaşlıydınız.

Çok güzeldiniz, çok güzeldiniz.”

Bu seçimde işte tam olarak bunu istiyorum ve bunu seçeceğim. Genç insanların gülümsediği, birlikte güldükleri, şarkılar söyledikleri, umutsuzluğa kapılmadıkları bir gelecek istiyorum.

Yaşım 52 bugün. Seçimler üzerinde uzun uzun düşündüğüm günler geçiriyorum.

Önümüzde yeni bir seçim. Seçim sizin.

Neslihan Muradoğlu

 

 

 

 

Önceki İçerikYıldız Tozları
Sonraki İçerikÖzgürleşen Çocuk