Çok uzun zamandır yapmayı çok istediğim birkaç şey var. Hayallerimde yer alan ve yapabilirsem kendi adıma çok iyi olacak şeyler bunlar ama yapamıyorum. Bazen gaza geliyorum. “Tamam ya, hallederim ben bunu!” diyorum, 1 dk sonra iç ses yetişiyor “Ya olmazsa, kimse beğenmezse, kötü eleştiriler olursa?..”
Öylece o sese teslim olduğum da oluyor, bebek adımlarımla ilerlemeye çalıştığım da. Hepsi ben, bana ait parçalar evet ama bu baskın ve çoğu kez zafer kazanan, pek de gerçekçi olmayan, umutsuz ses kime ait? Neden kaygı ve utanç vokali eşliğinde yankılanıyor içimde derinlerde? Neden hep başarısızlık korkusu hissediyorum? Denemekten dahi kaçıyor ve buna yapay bir sürü mazeret uyduruyorum? Soru gibi sorular bunlar… Yanıtları bulmak, anlamak yetmiyor. Anladığımı yapmam gerek. Denemem gerek.
Düşünüyorum da deneyim fukaralığı diye bir şey var bence. Bazılarımıza bir şeyi denemek, sonucu görmek şansı hiç verilmemiş oluyor. Başarısız olmak, yanılmak, “Vazgeçtim yapmıyorum” demek imkanı verilememiş oluyor. Daha fenası, yapabildiklerimiz, başardıklarımız dahi yeterli ve önemli olamayabiliyor. Eleştiriler hep bol bol, takdir, destek, övgü ya az ya hiç oluyor. Kim vermiyor? Aile, toplum ve onları ne kadar sık işittiğimizle bağlantılı olan o kemikleşen iç sesimiz. Onların kendi tecrübeleri, tabuları, sınırları, gerçekleri, evet ve hayırlarına mahkum kalmış olduğumuz zamanlar da vardır ne yazık ki. Bu yüzden bastırılan nice arzumuz da tabi. Peki bu ne kadar böyle gider? Artık küçük muhtaç çocuklar olmadığımıza göre, suçlama, erteleme, mağduriyet yapmamaya kılıf bulma halimizi bırakmak için gereken güç içimizde. Sadece o malum ses başladığında ona sakince “Seni duyuyor, anlıyorum ses ama bu hep senin dediğin gibi olmak zorunda değil. Ben denemek istiyorum,” diyebiliriz. Bunu yapabiliriz. Yapanlar var, gurur duyuyorum. Ben, bize inanıyorum.
Başarısız olabiliriz ama çabamızın değeri azalmaz. Kayıp vermek de hayata dair. Ama biz öyle bir şey öğrenmişiz ki bu, dünyanın sonu sanki. Felaket kötü bir şey yapmışçasına suçluluk duygusu yapışır üstümüze. Kimse bize, “Olsun, denemiş oldun,” demez. Kimse demez, tamam demesin ama biz de demezsek değişim başlamıyor. Bunu öğrenmeye gönüllü müyüz? Şimdiye kadar ezberlediğimiz şeylerin işe yaramadığını yeterince görmedik mi? Risksiz garanti hayatlarda ne kadar heyecan, tutku hissediyor, yaşadığımızı anlayabiliyoruz? Evet, korunmak ve temkin de gerek fakat bizi olduğumuz yere de yapıştırmamalı dimi?
Bunları yazarken en çok kendime tekrarlıyorum aslında. Çünkü biliyorum ki asıl ihtiyacımız önce kendimizle hemhal olmak. Sizin okuduğunuzu bilmek de umudum oluyor. Bunun kıymeti çok büyük. Hiç tanış olmadığımıza inanmıyorum. Bir yerlerden biliyoruz birbirimizi. Buna inanıyorum.
Ben hâlâ korkularımın oluşunu kabul ettim ama onlara mahkum olmamayı seçtim. Herhangi bir şeyi hayal edebilirim, onun için çabalayabilirim, onu denerim. Sonucunun ne olacağına takılıp kendimi durdurmamayı tercih edebilirim. Sonuç ne olursa olsun gayretimden dolayı kendimi omzumdan öpebilirim.
Biz, başarılı olunca biri, bir şey olmuyoruz. Herkes sevmek, onaylamak zorunda değil, bu olası da gerçekçi de değil zaten. Birileri beğenecek, birileri beğenmeyecek ama biz bununla çok ilgili olup, özümüzü terk etmemeyi bileceğiz. Biz her şeyimizle varız. Olduğumuz halimizle değerli, yeterliyiz. Daha çok gelişebiliriz elbette. Sadece bu uğurda skorlara tutsak olmamayı başarabiliriz.
Şimdi bir düşünelim mi? Bize istediğimiz, ihtiyacımız olanlara kavuşamayacağımızı ısrarla fısıldayan o seslere ne cevap vereceğiz?
Okuduğunuz için teşekkürler.
Sevgi, saygı ve şefkatle… 😉
GAYE ELMAS ÜNVER