Yazılarının sonunda “Sevgiyle nefes alın” der sevgili Yasemin Sungur. Sağı solu, içi dışı sevgi dolu bir insandır o. Yaşamda bizim en sadık eşlikçimizin nefes, onu anlamlı kılanın da sevgi olduğunun farkındadır ve her fırsatta bizlere hatırlatır.
Artık pek çoğumuz sevginin ruhumuzu ne kadar beslediğini biliyoruz. Nefes için aynısını söylemek güç. Özellikle kurumlarda verdiğim Nefes Farkındalığı seminerlerinde ilk dakikalarda katılımcıların gözlerinde ‘’Allah’ım, artık nefes almak için de mi eğitim almamız gerekiyor’’ bakışını yakalayabiliyorum. Haklılar da! Dört yıl kadar önce tesadüfen katıldığım bir seminerde kısacık bir nefes egzersizi yapana kadar ben de nefesimin bedenim ve ruhum üzerinde ne kadar etkili bir araç olduğunun ve onu nasıl limitlediğimin farkında değildim.
Hepimiz dört yaşlarına kadar mükemmel bir diyafram nefesi ile yaşıyoruz. Daha sonra çeşitli korkular, endişeler, öfkelerle tanışmaya başlıyoruz. Kendimizi ifade edemediğimiz durumlar oluyor ve ayrıca birtakım fiziksel sağlık problemleri yaşıyoruz.
Biz tüm bunları deneyimlerken farkında bile olmadan nefesimizi tutmaya başlıyoruz. Yıllar içinde geliştirdiğimiz bu kısıtlı nefes alışkanlıkları bir yandan bedenimizdeki oksijen seviyesini düşürürken diğer yandan da bedenimizde nefesle akan yaşam enerjimizi-dengemizi olumsuz yönde etkiliyor.
Oksijen bedenimizin sağlıklı kalabilmesi için en önemli ve öncelikli parametrelerden. Nefes almadan yaşayamayacağımıza göre yasamsal tüm süreçleri başlatan şey nefes. Hücre yenilenmesi, detoksifikasyon, bağışıklık sistemi gibi yaşamsal birçok süreç nefes alma alışkanlıklarımız ile şekilleniyor. Tıpta anaerobik hastalıklar olarak tanımlanan birçok rahatsızlık hücrede yeterli miktarda oksijenin bulunmamasından kaynaklanıyor. Kanser bunlardan sadece birisi…Konu hakkında daha detaylı bilgilere ve bilimsel araştırmalara:
http://www.transformationalbreathing.com/media/articles.aspx ve
http://www.studyoprana.com/makaleler.php sayfalarından ulaşabilirsiniz.
Nefesimizi tutmamızın en tipik sebebi, gün içinde yaşamak istemediğimiz stres içeren durumlardır. Nefesimizi tutarak bir anlamda gerçekleşen deneyimi reddediyoruz. Diyafram bölgesinizdeki kas gruplarını kasarak hem bizi fizyolojik olarak rahatlatacak oksijen girişini limitliyoruz hem de sorunu çözmemizi psikolojik olarak kolaylaştıracak duygusal dengeyi kaybediyoruz. Dahası nefesimizi tutarak o anda yasanan olumsuz deneyimi hücre hafızasına kaydediyor ve daha sonraki deneyimlerimizde bizi limitlemesine neden oluyoruz.
Günlük olarak yapılabilecek kısa nefes egzersizleri ve stres içeren anlarda soruna değil çözüme odaklı kalmak ve derin diyafram nefesleri alıyor almaya dikkat etmek yaşanan soruna akılcı çözümler üretebilmek anlamında bizlere oldukça faydalı olabiliyor. Diyafram kası kaburgalarımızın altına bağlı bir kas dokusudur. Karın boşluğu ile göğüs boşluğunu ayırır. Nefes aldığımızda aşağıya doğru genişleyen bir yapıya sahiptir. Bu hareketin ciğerlerimizde yarattığı basınç farkı oksijenin bedende dolaşımına olanak verir. Bu sebeple nefes alırken karnımıza doğru diyafram kasımızı kullanarak nefes almak çok önemlidir. Ancak bu şekilde nefes karında başlar ve tüm bedenimize yayılır. Günlük egzersizlerinizle ilgili olarak www.studyoprana.com sayfamda yer alan hocam Dr. Judith Kravitz’in ‘’100 nefes egzersizi’’ ses kaydından faydalanabilirsiniz.
Yaşam ancak nefes almakla mümkün. Aldığımız her bir nefesin farkında olmak ve ‘’neden nefes aldığımızı’’ hatırlamak bizi hayallerimize ve hedeflerimize bağlayan olağanüstü bir araç. En sevdiğim yazarlardan Stefano E. D’Anna ‘’ Kendini yenmek kadar kutsal bir savaş; kendi sınırlarını aşmak kadar büyük bir zafer yoktur. Bütünlük, oluşun bir iyileştirme sürecidir. Bin yıllık inanışların tersine çevrilmesini; olumsuz duyguların ve yıkıcı düşüncelerin bir dönüşümünü, öz denetime ulaşmayı, yiyecekler, uyku ve nefes üstünde egemen olmayı gerektirir’’ der. Günümüzde ilk nefesimiz ve son nefesimiz arasındaki süreci sağlıkla geçirmemizi destekleyen o kadar çok araç var ki. Yeter ki ‘’yaşıyor’’ olduğumuzun farkına varalım, sevgi ve üretime odaklanalım.
Gerisi gerçekten geliyor :)
Duygu Keçecioğlu