Konya’ya Mevlana’nın türbesini ziyaret etmek ve Konya’nın enerjisini içimize çekmek için gittiğimiz bir günde tanıştık onunla. Dünyanın dört bir tarafından gelen birçok insanın aynı çatının altında buluşmuş olmasına bir taraftan hayret ediyor, bir taraftan da doğru olana hayret etmemizi eleştiriyorduk. Dünya bir çatıydı ve altında yaşayan insanlar yabancı olamazdı, yabancı desek de onlara. Hepimiz birdik, dilimiz, dinimiz, ırkımız farklı olabilirdi ama dilimiz aynıydı işte, sevgi… Konya ziyaretimde çok şey öğrendim ve biriktirdim. Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına ve yaşadığımız her şeyin bir zamanla, bir anlamla buluşacağına inanlardanım. Bu nedenle Konya’da tanıştığım o genç kızın da bana çok şey öğreteceğini hissediyor, hatta biliyordum.
Bugün sizi Melsu ile tanıştıracağım. Babaannesi İranlı, İstanbul Bakırköy’de doğmuş. Bugün 33 yaşında ve 20 yaşından bu yana seyahat ediyor. O, Evliya Çelebi gibi seyahat ederek yaşamayı tercih etmiş bir gezgin, bir yolcu. Yola çıkma sebebinin ilahi aşk olduğunu söylüyor. Çok doğal ve sade. Gülüşü bile insanın içine tüm sadeliği ile işliyor. Doğal giyiniyor, giydiklerini mümkünse kendi üretiyor, takı yaparak ihtiyaçlarını karşılıyor. Başka bir şeye de ihtiyaç duymuyor. Fazlasını istemiyor, aza kanaat ediyor ve zihnini olumsuzluklarla kirletmiyor. Çünkü doğanın içindeki tüm sesleri bir müzik gibi algılıyor ve “Hayatın bir sesi vardır, eğer o sesi dinlerseniz içinizdeki müziği keşfedersiniz” diyor. Ayak bastığı topraktan dokunduğu ağaca, çaldığı müzik enstrümanlarından, ürettiği takılara kadar her şeyin bir canı, bir enerjisi olduğunu düşünüyor; hatta hepsine bir isim verip, onlarla bağ kuruyor. Yani hayatı yalınayak ve güvenle yürüyor. Seyahat edeceği zaman ya otostop çekiyor ya da otobüs tercih ediyor. Başına bir şey gelmesinden endişelenmiyor ve kendi içindeki doğasını da bozmuyor. Nasıl mı? Bu sorunun cevabını söyleşimizde bulacaksınız.
Melsu’nun anlattıkları ve anlattıklarını yaşaması bir kez daha düşünmemi sağlıyor: “Acaba hayatı zorlaştıran biz miyiz?” Nazım Hikmet’in en çok paylaşılan sözlerinden biri geliyor aklıma:
“Basit yaşayacaksın, basit
Sanki bir gün yaşamın sona erecekmiş gibi basit,
Çay, simit ve peynirle”
Bu dörtlük çok sık paylaşıldığına göre hepimiz özümüzü arıyor olabilir miyiz? Ya da bize bu sözleri paylaştırarak, önce kendimizin görmesini sağlayan içimizdeki biz mi? Yani acaba iç sesimizi dinlesek, biz de doğal yaşamak ve özümüzü bulmak için yola çıkmaya karar verir miyiz? Basit yaşamanın, uyandığımız her güne, aldığımız her nefese şükretmenin mutluluğuyla uyanmak dileği ile…
İşte Melsu’nun doğal yaşam öyküsü…
Bize biraz ailenden bahsedebilir misin?
İki kız ve bir erkek, üç kardeşiz. Babam ve annem belediyeden emekli oldu, bugün Balıkesir’de bir köyde mütevazı bir hayat yaşıyorlar. Ablalarımdan biri Samsun’da diğeri İstanbul’da yaşıyor. Samsun’da yaşayan ablamın bir oğlu oldu, çok tatlı bir çocuk, hep gülüyor. Benim yaşantımı bildikleri için görüşme imkânımız pek olmuyor ama birbirimizle hep iletişim halindeyiz.
Adının anlamı nedir?
‘Mel’ Latincede bal anlamına geliyor. Balsu diyebiliriz adımın anlamına.
Ailen senin bir çelebi gibi ülke, şehir gezmene ve bohem yaşam tarzına nasıl bakıyor?
Aslında çok memnunlar. Kendimi geçindirebildiğim sürece onlar için sorun olmuyor. Tabii bazen “Hadi artık, evlen, senin de çocukların olsun“ dedikleri de oluyor. Babam her zaman cesur bir yüreğimin olduğunu söyleyip seyahatlerimi gururla anlatır. Hatta babamın görüşleri ve benim görüşlerim çok başkadır. Babamla fikren ayrı düştüğümüz ve birbirimizle görüşmediğimiz zamanlarımız da oldu. O inançlı değildi, bense inançlarına bağlı bir insandım. Hatta bir defasında beni evden kovdu fakat ben sabrettim ve onları anlamaya çalıştım. Onlara zaman vermeliydim çünkü dış dünyadan gördükleriyle hareket ediyorlardı. Aramızda çatışmalar yaşanıyordu.
“Ben yolculuğumda ebedi yolu öğrendim.”
Şimdi aranız nasıl? Ailen seni ve yolculuğunu anladı mı?
Babam, bir müddet sonra neden bu yolculuğu istediğimi anladı. Hatta kendisi de Pir Sultan Abdal’ın yolunu tercih etti. Ben Mevlana’yı tanımak istedim O, Pir Sultan Abdal’ı. Nihayetinde aynı yolda buluştuk. Şimdi birileri beni sorsa “Kızım Mevlevi, Bektaşi yolunda” diyor. Aslında onun düşündüğünden daha evrenselim, ben yolculuğumda ebedi yolu öğrendim ve yola devam ediyorum.
Okulu ne yaptın?
Lise mezunuyum. Liseden sonra devam etmedim.
Ne zaman gezgin olma kararı aldın? Neden sabit bir yaşam sürmeyi ve yaşıtların gibi okuyup, çalışıp evlenmeyi tercih etmedin?
Aslında gezgin olma kararını gezmeye başladıktan sonra verdim. Anladım ki ben sadece bir yerde olmamalıyım, daha çok yer görmeli, daha çok insan tanımalı, ustalarla tanışmalı ve hayatın içinde yaşarak öğrenmeliyim, görmeliyim. Hayatın akışına kendimi bıraktım ve kimi zaman oradan oraya hiç durmadan, ara vermeden kimi zaman ise yavaş yavaş, konaklayarak, durarak seyahat etmeye başladım. Sonra Rainbow ailesiyle karşılaştım ve aileden biri gibi oldum. O aile de doğaya yakındı ve seyahat ediyorlardı. Gittikleri yerlerde ürettiklerini satıp para da kazanıyorlardı. Elbette öyle çok büyük paralar düşünmeyin, geçineceğimiz kadar kazanıyorduk. Seyahat ederek yaşamayı ve geçineceğim kadar kazanmayı o aileden öğrendim zaten. Bir de spritüel ve mistik bir hayat tarzları vardı ve böylece mistisizm de girdi hayatıma.
Seni uzaklara çeken şey tam olarak neydi? Ne zamandan beri yollardasın?
9 yıldır yoldayım. İstanbul’da ailemle yaşıyordum, önce evden ayrıldım ve Kadıköy’e yerleştim. Orada barlar sokağında bir barda çalıştım, ardından bir kitabevine girdim ve orada çalışmaya başladım. Bir hayalim vardı, Endonezya’ya gidip ilkel bir kabilede yaşamak istiyordum. Hele Aborjinlerin hayatını öğrenince çok mutlu oldum ve çok heyecanlandım. Bir an önce oraya gidip yaşamalıydım. Hep böyle düşler kurardım çalışırken. Çok yoğun geçiyor zaman ve zamanın daha hızlı aktığını hissediyorum. Aslında ben hep insanlara yardım edebileceğim bir hayat istiyordum. Beni çeken şey de buydu sanırım. Allah bana ne yaşatmak istiyorsa onu yaşamaya gönüllü olmayı diledim.
Seyahat ettiğin yerlerden en çok hangisi etkiledi seni?
Konya’yı çok seviyorum çünkü orada Mevlana var. Antalya Çıralı’dan da etkilendim. Hatta Çıralı benim için çok özel bir yer çünkü orada dönüşümlerimi yaşıyorum. Her şehrin insanlara kattığı çok şey var ve bunu anlamak ve fark etmek insana iyi geliyor. Babaannem İranlıydı, bunu öğrenir öğrenmez İran’a gittim. Çünkü köklerim oradaydı ve Perslere dayanıyordu, oraya gidip “Ayağımı o toprağa basmalıyım“ diye düşündüm. Orada atalarımı hissettim. Atalarını hissettikçe ve yaşadıkça onlardan gelen gücü hissediyorsun. İnsan hayatında kökleri çok önemli. Buna kafa yormalı, ben kafa yoruyorum. Kökleri tanımak, onların yaşam tarzlarını algılamak, derin bir bilgelik getiriyor insana.
Hiç sabit bir hayata özendiğin olmadı mı?
Sabit bir hayat yaşamadım hiç, istemedim de yaşamayı. Çünkü ilgi alanlarım sabit bir yaşamın içinde yer almıyordu. Yaşayarak, görerek, hissederek bilgiyi almak istedim ve bu sabit bir yaşamın içinde pek mümkün olmuyor. İşte o bilgiye sahip olabilmek için hem köklerime hem de gerçek olana doğru seyahat ettim. Ben bir yere girip çalışamıyorum çünkü kendi duygusallık derecemi biliyorum. Elbette evlenmeyi ve çocuklarımın olmasını istiyorum, vakti gelince onlar da olur. Her şeyin bir vakti var…
“Endişe, seni yoldan alıkoyar.”
Otostop ile seyahat, hiç tanımadığın, bilmediğin insanlarla kalmak seni hiç korkuttu mu? Hiç endişelenmedin mi?
Endişe, seni yoldan alıkoyar. Dünyanın içindeyiz, aslında en güvenli yerdeyiz. Bir yerlere giderken oradan alacağım ve oraya vereceğim şifayı düşünürüm. İnan bana, şehir bile ister insanı. Şehir seni çağırır ve gidersin. Mesela, bir yolculuğumda Özgür adında bir arkadaşımla yola çıktık, otostop çektik. Tam bir saat bekledik, kimse durmadı. Meğer tanıdığımız bir ağabeyimiz -Ahmet ağabey- bizi görmüş ve ben bunları giderken alayım demiş. Geri dönerken durdu ve bizi aldı. İşte o an dedim ki, biz araç beklerken, O birini bize kısmet etmiş bile. Çok güzel bir yolculuktu.
Gittiğin yerlerden ayrılma vaktini neye göre belirliyorsun?
Aslında zuhurat durumları oluyor; çoğunlukla gitme vaktinin geldiğini içimde hissediyorum. Kalbin ne yapman gerektiğini söylüyor sana.
Nerelere gittin ve nasıl karşılandın?
Türkiye içinde birçok yere seyahatlerim oldu. Doğu turu yaptım mesela, orada çok güzel arkadaşlar edindim. Çok candan, içten ailelerle kaldım. İnsan kapıyı açmayı da, o kapıdan içeri girmeyi de öğreniyor. Hindistan ve İran’a da seyahatlerim oldu.
“İsteyen herkes böyle yaşayabilir, kontenjan boş.”
İnsanlar yaşam tarzına nasıl bakıyorlar? Seni yoldan çevirmeye çalışanlar oldu mu?
İnsanlara değişik geliyor tabii. Ancak onlar da bana değişik geliyor. Bana “Sen ne kadar farklısın” denildiğinde, “Sen de öylesin” diyorum. Çok soru soran oluyor bu konuda. İsteyen herkes böyle yaşayabilir, doğada kontenjan boş. Yolunda iman varsa Allah seni kötü insanlarla karşılaştırmıyor. Senin ariflik düzeyine göre sınavlar farklı oluyor.
Hiç mi karşına kötü niyetli birileri çıkmadı?
Bir kez oldu, Hindistan’da kötü bir ruh çıktı karşıma. Yanımda bir cezvem vardı, cezvemi salladım adama ve adam ne kadar kızdığımı anladı ve uzaklaştı.
Geçimini nasıl sağlıyorsun?
Tasarımlar yapıyorum. Kazandığım para çok az, aslında bu özelliğimi ortaya çıkaracak insanlarla tanışmak istiyorum. Çünkü güçlü bir duygusal zekâm var, bunu geliştirmek istiyorum.
Ne zamandan beri yoldasın ve bu yolculuk ne kadar sürecek?
Hep yoldayım. Yol dediğimiz şey, görünen toprak ya da asfalt bir yol değil ki, sonu olsun. İlahi bir yol ve üstatlar 18 bin âlemden bahsediyorlar; bu bir şehir ya da köye giden yol değil ki.
Hz. Mevlana’ya sevgini biliyorum. Mevlana felsefesi ile ilk ne zaman tanıştın?
Çıralı’ya geldiğimde tanıştım Mevlana ile. Eski sevgilim bana onun kitaplarını vermişti, okumaya başladım okudukça daha çok sevdim. O da beni sevmiş olmalı ki, beni Konya’ya çağırdı. 4 yıl sonra Konya’daydım ve o günden beri ne zaman gitsem kimi zaman bahçesinde, kimi zaman caminin avlusunda beni ağırladığını hissederim. Onu çok seviyorum. Aşkın Piri Mevlana.
Aşkın tanımı nedir senin için?
Allah ile uyum içinde yaşamak. Bunu isteyen herkes yapabilir. Zaten onun istediği de bu diye düşünüyorum. Hoşgörüye sahipsen, yalan söylemiyorsan, sevgini paylaşıyorsan, samimiysen güzellikleri de yaşıyorsun. Çünkü bunlar onun özellikleri. Lale benim için ilahi aşkın tanımı gibi. Bu nedenle de lale desenli birçok eşyam var.
“İsterdim ki, âlem âlem olsun!”
Hayallerin var mı? Nasıl hayaller kuruyorsun?
Dünya ve kendim için hayallerim var. İsterdim ki, âlem âlem olsun. İnsanlar birbirlerine can yoldaşı olsun. Sabit yaşam konusuna gelince; bir süre sonra bir yere yerleşmeye karar vereceğim, bunu bugünden hissediyorum. Zamanı geliyor sanki… Yeşilliklerin içinde bir yer hayal ediyorum, bahçesinde ateş yakabileceğim, güzel komşularımın olduğu, müziğin ve meşkin olduğu bir ev hayal ediyorum.
Müzik hayatının bir parçası ve birkaç enstrüman da çalıyorsun. Hangi enstrümanları çalabiliyorsun ve nasıl öğrendin?
Müzik denilince kendimi çok mutlu hissediyorum ve heyecanlanıyorum. Müziğin içinde panik, endişe, kaygı yok. Ruh ile dinlemek lazım müziği. İlahileri çok seviyorum. Müzik ve ilahi, bu ikili muhteşem. İçimden gelen müziği Tümata sayesinde tanıdım. Müziğin içinde öyle bir sır var ki, makamlar insanların ruhuna ve bedenine şifa veriyor. Bir dönem neyim oldu, İran’a giderken bir arkadaşım hediye etmişti. O ney bana yol arkadaşı oldu fakat neyi üfleyemedim, hâlâ üflemeye çalışıyorum. Konya’da bir kabak kemane geldi bana, daha sonra başka bir arkadaşım kendi yaptığı çenglerden birini hediye etti. Ona Nuh’un gemisi diyorum, üç haftadır benimle şimdi birlikte yaşıyoruz. Oruç Hocamız var, kulaklarınıza güzel müzik girsin, güzel şeyler duyun diye bize dualar ediyor.
“Biraz ateşim çıktığında Mesnevi’de yazan su tarifini uyguluyorum.”
Doğanın içinde yaşadığın zamanlar oluyor. Doğa sana ne öğretti?
Doğa gerçek bir şifa. Dönüştürücü ve seni sahipleniyor. Sen gideceğin yerden uzaklaşırsan o da senden uzaklaşıyor. Doğa bir şifadır, içinde sesleri barındırır, vitaminlidir, duygusaldır, şifa verir. Kocaman bir dünya var önümüzde, basit ama çok zengin bir yaşam sunuyor insana. Herkes kendi tercihini yaşıyor, doğa gelişmek için muhteşem bir kaynak. Şehirde kaldığım zaman, doğa beni geri çağırıyor, koşarak gitmek istiyorum. En çok doğa özletiyor kendini.
Gezdiğin yerlerde farklı bitkilerle karşılaştın mı? Bitkisel dünyayla aran nasıldır?
Taze bir bitki size şifa sunar. Çok uzman değilim bitkiler konusunda ama o an ihtiyacım olduğunda birilerinden ya da bitkiden anlayanlardan bilgiler alıyorum. İlgilenen çok güzel karışımlar yapan arkadaşlarım var. Bazen grip oluyorum, biraz ateşim çıktığında mesnevide yazan su tarifini uyguluyorum.
Bize de verir misin o tarifi?
Su, sirke ve bal ile yapılıyor. Üçünü pet şişede karıştırıyorum ve ara ara yudumluyorum, ateşimi dengeliyor.
Şu an Çıralı’da kalıyorsun. Buradan nereye gitmeyi planlıyorsun?
Burada bir cam ustası var, Erol Usta… Babası Paşabahçe’nin ilk çalışanlarından, onun yanında yetişmiş. Siirtli ama İstanbul’da yaşamış ve sonra da buraya yerleşmiş. Erol Usta ile 8 yıl önce tanıştık. Ondan cam sanatını öğreniyorum. Sağ olsun bana kapısını açtı. 3 haftadır takı tasarımlarıyla ilgili çalışmalar yapıyorum. Kostümler de tasarlıyorum ve bir şeyleri üretmek çok hoşuma gidiyor. Erol Usta ile Facebook’ta bir sayfa hazırladık. Adı Ustam ölmedi birlikte satıyoruz. Takılarımızı oradan birçok insana ulaştırmaya, tanıtmaya çalışıyoruz.
Şimdi biz de bir gün senin gibi yaşamaya karar versek ve yola çıksak. Ayağımız bizi nereye götürürse oraya desek… Bizi içtenlikle karşılayacak, ağırlayacak insanlar bulur muyuz?
Buna şöyle cevap vereyim; “Sizi ağırlayacak ev hazırdır” ya da ben de bir soru sorayım, siz kimi ağırlardınız?
Güzel soru… İç dünyamızda kimsek, onu ağırlıyoruz sanırım…
sevilayacara@gmail.com