Stefan Zweig Üzerine: Bir Doktorun Akıl Tutulması

Bazen günlük hayatın karmaşasından bir nebze olsun uzaklaşıp başka dünyaları keşfedebilmek ve hayallere dalabilmek için kitaplığımda gözlerimi geziye çıkarırım. Ve o gezi, her seferinde Acımak, Bir Kadının Yirmi Dört Saati, Günlükler, Herkesin Dostu Anton, Satranç,  Amok Koşucusu gibi eserlerin sahibi Stefan Zweig’ın kutsal köşesinde sonlanır. Zweig, psikoloji alanında, Freud öncesinden Freud’a ve sonrasına uzanan çok geniş birikime sahip olduğu için yazılarında derin karakter analizlerine yer verir. Bu nedenle Zweig, psikoloji bilimiyle uğraşan benim için, beni anlayan bir arkadaş, yakın bir dost gibi… Onun hayatını kendi eliyle sonlandırması ve eşini de bu yola sürüklemesi beni derinden etkilemiştir. Bazen niçin olağan akışı beklemeyip hayatını sonlandırdı diye kendime sorsam da savaşlarla geçen bir dönemde yaşamış olmasının çok büyük etkisi olmuş olmalı diye düşünüyorum. Usta yazarların, usta olmalarının gerisinde, aldıkları eğitim ve yeteneklerinin yanı sıra hayat hikâyeleri ve bulundukları dönemin de etkisi var elbette. Bu nedenle sevdiğim yazarların hayat hikâyelerini hep merak ederim. Ne yaşamıştır? Neler yapmıştır? Hele bu hayat hikâyeleri sıra dışı ise, yazarı keşfetmek, yaşamın ona kattıklarını irdelemek, vermek istediği mesajları anlamak, karakterlerini nelerin etkisinde kalıp yarattığını çözümleyebilmek adına bazen aynı eserini defalarca okuduğum olur. Belki satır aralarında gizlenmiş anlamlar vardır diye.

“Nereye kadar yardım etmeli insan. Siz örneğin, benim için bir yabancısınız ve ben de sizin için bir yabancıyım ve ben size, beni gördüğünüzü söylememenizi rica ediyorum. Çünkü sustuğum için gebermek üzereyim. Ve siz beni dinlemeye hazırsınız… İyi… Fakat bu kolay…’’* 

Stefan Zweig’ın Hayatı

Zweig, 28 Kasım 1881 tarihinde Viyana’da, varlıklı Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Ailesinin ekonomik gücünün de etkisiyle çok iyi bir eğitim alır. Daha lise yıllarında Alman şair Rainer Maria Rilke’den çok etkilenerek, şiir ve yazı çalışmalarına ağırlık verir. Üniversitede ise felsefe eğitimi alır. Birinci Dünya Savaşı sırasında memur olarak çalışmaya başlar, savaş sonrasında ise Viyana’dan Salzburg’a,  en güzel yazılarını yazdığı muhteşem villasına taşınır. Bu dönemde Salzburg’da ilk eşi Frederike ile evlenir. Salzburg’da yaşadığı uzun yıllar boyunca, James Joyce, Paul Valery, Thomas Mann, Franz Werfel ve Romain Rolland gibi ünlü yazar ve şairlerle arkadaşlıklar kurar ve edebiyat dünyasında oldukça saygın bir yere sahip olur. Salzburg’da geçen yıllarında savaş karşıtı bir aydın olarak da anılan Zweig, Nazilerin yarattığı tehlikeyi “Çok büyük bir felakete sürüklendiğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak’’ sözleriyle dile getirir.

Zweig, henüz gençlik yıllarında hayatının bir anlamı kalmadığında bilerek ve isteyerek yaşamına son verebileceğini arkadaşlarına söyler. Hatta ilk evliliğini yaptığı Frederike’yi kendisiyle birlikte intihar etmesi için zorlar fakat daha sonra bu düşüncesinden vazgeçer. Yazar, önceki intihar girişimlerinden vazgeçmiş olsa da gerçek hayatındaki korkularını, kaygılarını romanları ve öykülerindeki karakterlere yansıtır. Kendi yaşamından ve tarihteki gerçek kişilerin yaşamlarından kesitler sunan Zweig’in inanılmaz kişilik analizleri, derin ve olağanüstü gözlem gücünü sayfalarına yansıttığını görürüz.

Zweig, Yahudi kökenli olduğu için Nazi zulmüne uğrar ve kitapları toplatılarak yakılır. Evi basılır, silah aranır. Bu olayların etkisi altında kalarak ülkesini terk etmek zorunda kalır ve Londra’ya yerleşir. İlk eşi Frederike’den ayrılır, Lotte Altman ile tanışır. Altman ile Portekiz’e yaptığı seyahat sırasında evlenir. Bu dönemde dilimize Acımak, Kalbin Sabırsızlığı, Sabırsız Yürek adlarıyla da çevrilen önemli eserini yazar. 1940’ta İngiliz vatandaşı olur. II. Dünya Savaşı sırasında ABD, Arjantin, Paraguay ve Brezilya’ya konferanslar için gider. Bu konferanslar sırasında çok etkilendiği Brezilya’da yaşamaya karar verir ve ünlü eseri Satranç’ı burada yazar.

Ülkesi Avusturya’nın ve “entelektüel evi” diye tanımladığı Avrupa’nın içine düştüğü durum vatanından uzaktaki Zweig’i derinden yaralar. Dünyanın korkunç gidişatından dolayı mutsuz bir adamın ruh hali içerisinde, kendini bu dünyaya ait hissetmeyen Zweig, karısı Lotte ile birlikte Rio De Jeneiro’da, ardında binlerce sayfa, yüzlerce hikaye, roman, şiir, makale bırakarak, yarattığı birçok roman kahramanı gibi ölümü seçer.

Amok Koşucusu Hakkında

Zweig eserleri konuşulmaya başlandığında, ilk olarak akıllara, değişik dönemlerde farklı isimlerle Türkçeye çevrilmiş olan Sabırsız Yürek kitabı gelmesine rağmen, benim için en özel kitabı Amok Koşucusu’dur. Amok Koşucusu ne demek? İsterseniz Zweig’in kaleminden okuyalım bu akıl tutulması ve cinnet halini…

“Sonuç olarak Amok… evet Amok, şöyle bir şey: Bir Malezyalı, son derece sade, son derece iyiliksever bir insan, içkisini içiyor. Ruhsuz, ilgisiz, donuk bir biçimde oturuyor oracıkta. Tıpkı benim odamda oturduğum gibi… Sonra ansızın ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor, sokağa koşuyor. Dosdoğru koşuyor, dosdoğru. Nereye gittiğini bilmeden… Yoluna ne çıkarsa, insan olsun hayvan olsun, hançerini saplıyor, akan kan onu daha da çıldırtıyor. Ağzı köpürüyor, kudurmuş gibi uluyor. Ama koşuyor, koşuyor, koşuyor, ne sağa bakıyor ne sola, acı acı haykırarak, elinde kanlı hançeriyle, korkunç koşusunu sürdürüyor. Köydeki insanlar bir Amok koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler. O gelirken uyarmak için ‘Amok! Amok!’ diye haykırırlar ve herkes kaçışır. Ama o, bunları hiç duymadan koşar, görmeden koşar, önüne çıkanı devirir. Sonunda kuduz bir köpeği vururcasına vurup öldürürler onu ya da o, ağzından köpükler çıkararak yere yığılıp kalır.”**

Hikayede, Avrupa’dan Hindistan’a giden ve orada uzun yıllar doktorluk yapan bir adamın karşısına günün birinde beyaz ve esrarengiz bir kadın çıkar. Doktordan çok gizli ve önemli bir istekte bulunur. Bu beyaz kadından çok etkilenen ancak onun bu kadar kendine güvenen, kibirli, yaşam ve ölüm arasında seçim yapmak söz konusuyken bile soğukkanlı bir şekilde iş konuşmasına öfkelenen doktor, kadının isteğini gerçekleştirebilmek için öncelikle kendisinin bir isteğini yerine getirmesini ister. Böylece kadının kendine olan güvenini ve onun doktorun karşısında isteğini rahatlıkla dile getirişinin kendi ruhunda bıraktığı  yaralanmanın etkisini azaltmak ister:

Kadın bir an gözlerini bana dikti. Sonra-ah, anlatamam, anlatamam ne kadar korkunç olduğunu, sonra yüzü gerildi ve sonra… Sonra güldü birdenbire, yüzünde anlatılmaz bir küçümsemeyle güldü… Beni un ufak eden bir küçümsemeyle ve aynı zamanda beni hayran bırakan bir küçümsemeyle… Bu bir patlama gibiydi, öyle birdenbire bilinmez bir gücün elinden fırlamış güçlü bir bomba gibiydi bu küçümseyen kahkaha, öyle ki ben… Evet, yere çöküp ayaklarını öpmek istedim. Bir saniye sürdü yalnızca… Bir şimşek gibiydi ve bütün vücudum alev alev yanıyordu… Bunun ardından hemen arkasını dönüp koşar adımlarla kapıya yöneldi. Elimde olmayarak arkasından gitmek istedim… Af dilemek istedim… Ona yalvarmak… Bütün gücüm parçalanmıştı. Bir kez daha bana döndü ve şöyle dedi. Hayır, emretti: ‘Arkamdan gelmeyi, beni bulmayı aklınızdan bile geçirmeyin pişman olursunuz.’ Ve kapıyı çarpıp hızla uzaklaştı.”***

Doktor teklifi reddederek çekip giden kadının gizemli halinden çok etkilenir. Ona yardım etme isteği, doktoru takıntılı hale getirir. Kadının arkasından bir Amok Koşucusu gibi koşar. Aslında peşinden koştuğu şey, hayatının kalanını etkileyecek olan kararları yani kaderidir. Güvertede tanıştığı yabancı insana kadın hakkında “…tuhaf insanların yalnızca varlıkları bile onları tanımam için yanıp tutuşmama yeter…” demesinin sebebi de budur. Kadının cansız bedenini onun sırlarını saklamak pahasına takip eden doktor okyanusun derinliklerinde kaybolmayı dahi göze alacaktır. Zweig’i umutsuzluğa ve ölüme götüren ruh halinin izleri Amok Koşucusu’nda çokça hissedilir:

“Sonrasında kendimi niçin vurmadım… Size yemin ederim ki, korkaklıktan değil. Çekilmiş, soğuk tetiğe basmak benim için bir kurtuluş olurdu. Fakat size nasıl açıklayayım? İçimde yapmam gereken bir ödev olduğunu hissediyordum. Evet, o görev, yardım etmek, o kahrolası görev… Onun bana ihtiyacı olabileceği, bana ihtiyacı olduğu düşüncesi beni kahrediyordu. Perşembe sabahı olmuştu eve geldiğimde ve cumartesi günü… Size söyledim ya, cumartesi günü gemi gelecekti ve bu kadın, bu kibirli, mağrur kadın, kocası ve tüm dünya karşısında duyacağı utancın üstesinden gelemeyecekti, bunu biliyordum. Ah, boş yere harcanan değerli zamanı, benim delice aceleciliğimin her türlü yardımı boşa çıkardığını düşündükçe azap çekiyordum. Saatlerce, evet saatlerce, size yemin ederim, odada bir aşağı bir yukarı dolandım, onun yakınına nasıl yaklaşacağımı, her şeyi nasıl telafi edeceğimi, ona nasıl yardım edeceğimi düşünüp kendime işkence ettim. Çünkü artık beni evine kabul etmeyeceğini biliyordum. Gülüşünü tüm sinir hücrelerimde hissediyordum ve burun deliklerinin öfkeden titreyişini de… Saatlerce, gerçekten de saatlerce üç metrelik odada bir aşağı bir yukarı dolandım…’’****

Zweig, doktorun kadına karşı duyduğu hissin aşk mı, acıma mı olduğunu hikayenin sonunda okuyucuya bırakır. Bu sıra dışı hikayenin bitiminde kendinizi doktorun yaşadığı ruh hali içerisinde bulmanız Zweig’in anlatım dilinde ne kadar usta olduğunu gösteren önemli bir ayrıntı… Ne zaman başka dünyalara gitmek istersem ve  farklı hayatlar keşfetmek istersem bu keşif gezisinde bana eşlik edecek yol arkadaşım hiç şüphesiz Zweig. Kim bilir? Belki sizin de keşfedecek yeni kutsal köşeleriniz olur…

“O artık yolun sonuna gelmişti- ama benimle değil. Ben ölüyle yalnızdım- fakat yabancı bir evde, hiçbir sırra tahammülü olmayan bir kentte yalnızdım ve ben, bu sırrı saklamak zorundaydım.’’***** 

Nermin Sarıbaş

* Amok Koşucusu, s. 27.

** Amok Koşucusu, s. 47.

*** Amok Koşucusu, s. 43.

**** Amok Koşucusu, s. 55-56.

***** Amok Koşucusu, s. 64.

Kaynaklar

Amok Koşucusu, Doğubatı Yayınları, Stefan Zweig, Çev: Gülperi SERT
www.yasamaugrasi.com, ‘’Stefan Zweig Hayatı ve Eserleri’’
www.literatina.de, Stefan Zweig – Der Amokläufer
www.stefanzweig.org, Stefan Zweig
Das Leben Stefan Zweigs und autobiographische Aspekte in den Werken: Brennendes, Geheimnis, Angst, Der Amokläufer, Schachnovelle, Huemer Bettina, 2000.

Önceki İçerikKarantina, Maske ve Edebiyat
Sonraki İçerikYeni Düzende Çocuklu Evlere Neşe Getirecek 5 Öneri
Nermin Sarıbaş
Uzman Psikolog/psikoterapist. Okur, yazar, terapi yapar, kedisever, doğa dostu martıdaş.