Şu An Burada Ne Oluyor?

1949 yılında Amerika’da Missouri yakınlarında bir yangın çıkıyor. 15 itfaiyeci uçaktan paraşütle atlayarak yangın ve nehir arasında konumlanıyor. Yangına arkadan müdahale etmeyi hedefliyorlar. Tüm bilgi ve donanımları bunun en doğru strateji olduğuna işaret ediyor. Ancak rüzgârın yönü değişiyor. Yangın kendilerine doğru ilerlerken itfaiyeciler telaşla nehre doğru koşmaya başlıyorlar. Yangın öyle hızlı ki kurtulmaları hiç kolay görünmüyor. İtfaiye şefi Dodge (aynı zamanda en tecrübelileri) o anda yaratıcı bir çözüm üretiyor ve yangın olmayan bir alandaki çimleri bilinçli olarak yakıyor. Çim alan, ormandan daha hızlı yanıyor ve yangın nehre ulaşarak sönüyor. Böylece Dodge, bir daha yanmayacak güvenli bir alan yaratıyor. Arkadaşlarını bu alana çağırıyor, bu alanda yere yatmalarını ve kendilerini bu şekilde korumalarını emrediyor. Acil durum prosedürlerinin dışında ve yeni olan bu taktiğe iki itfaiye eri dışında kimse uymuyor. Dodge ve onun emrine uyan iki itfaiye eri kurtuluyor ancak 13 itfaiyeci yanarak hayatını kaybediyor. Mann Gulch yangını olarak bilinen bu vakada, Dodge önceden bildiği yoldan değil, durumu yeniden anlamlandırarak, yeni bir stratejiyi uygulamayı tercih ediyor ve başarıyor. Dodge, yaratıcı düşünmeye izin vererek kendini ve iki arkadaşını kurtarıyor. Dodge’un yeni taktiği sonraki senelerde bir acil durum yöntemi olarak kayıtlara geçiyor.

Hayatımızın birçok bölümünde tahmin ediyorum ki birden fazla kaos ve kaosun yarattığı belirsizliği, çaresizlik duygusunu yaşamışsınızdır. Böylesi anlarda ne kadar tecrübeli olursak olalım işin içinden çıkmak ve çözüm üretebilmek kolay olmayabilir.

Bu hikâyeyi okuduğumda birçok soru zihnime üşüştü diyebilirim.

Acaba bildiklerimizin dışına çıkmak = gelişim adına, yeni deneyimlere ne kadar açığız? Zorlu durumlarda bir otoriteye ne kadar ihtiyaç duyuyoruz? Kendi yaşamımızda otorite olarak kimi esas alıyoruz?  Zihin yapımız yeniliklere, yaratıcı düşünmeye ne kadar açık veya farklı düşünmeyi, yenilikleri öğrenmeyi ne kadar seviyoruz?

Aklımda binbir soru sıralanırken bir video izliyorum; Bu videoda Stanford Üniversitesi psikoloji profesörlerinden Carol Dweck, 2014 tarihinde yaptığı TEDx konuşmasında 

https://www.ted.com/talks/carol_dweck_the_power_of_believing_that_you_can_improve?language=tr

İnsanların iki farklı zihin yapısına sahip olduğunu, bunların “öğrenen” ile “sabit” zihin yapıları olduğunu ve bizlerin bu iki zihin yapısı arasında tercihler yaparak düşündüğümüzü, kararlarımızı bu düşünce yapılarının ürünleri olarak verdiğimizi anlatıyor. Dweck’e göre öğrenmeye ve gelişmeye odaklı bir zihin yapısıyla problem çözme becerimizi artırmamız mümkün. “Henüz” kelimesinin sihirli dokunuşunu yine videodan izlemenizi öneririm. Benim bakış açımdan ve koçluk mesleğimin de hamurunda olan kritik kısım; bizler bu iki zihin yapısına da sahibiz ve olaylar esnasında öğrenen ve sabit zihin arasında nasıl geçiş yapabiliyoruz? Kaos anında bizde hangi zihin yapısı daha baskın? Hangi zihin yapısı bizi bu kaostan çıkartabilir?

Tahmin ettiğiniz gibi tam da burada bize “seçimlerimizi” yaptıran şey, büyük ölçüde kendimize sorduğumuz sorular. Aynı zamanda sorulara ek olarak bu geçişi kolaylaştıran ve köprü görevi gören o sihirli “Henüz” kelimesi. Sabit bir zihinde örneğin; “ Ben iyi yemek yapamıyorum,” diyen bir kişinin, öğrenen zihin yapısına geçişi için ilk adım şöyle olabilir, “Henüz iyi bir yemek yapamıyorum fakat bugün farklı bir yöntemle bunu yeniden deneyeceğim.”

Bu iki zihin yapısının bedenimizde ve davranışlarımızdaki etkisi de farklı farklı. Sabit zihnin etkileri çoğu zaman bir çaresizlik duygusu, bedende sıkışmışlık hissi, çözümün bizden uzak olmasını düşünmemiz veya tek doğru bu, benim bildiğim dışında bir cevap yok, gibi düşünsel yargılar.

Sabit bir zihnin ürettiği sorular, genelde haklı veya suçluyu aramaya yönelik. Odak, genelde olmayanı aramakta, duygu izi ise çoğunlukla kaygıyla endişedir.

  • “Bu kimin hatası/suçu?”, Neden bu hep benim başıma geliyor, Neden anlamamakta ısrar ediyor? “Başaramazsam ne olur?” “Neden bu kötü durumun içindeyim?”

Öğrenen zihnin bedendeki etkisi ise çoğu zaman bir rahatlık hissi, omurganın dik olması, kan basıncının dengeli akması, kişinin eyleme geçme istekliliği ve bir çocuk merakıyla dünyaya bakışıdır. Odak, çözümde ve yaratıcı düşünmededir. Duygusu neşe, keyif, öğrenme coşkusu, farklı açılardan düşünebilmek, meraklılıktır.

  • “Ben ne yapabilirim? Doğru olan ne? Seçeneklerim neler? Neler olabilir? Sen neler görüyorsun?”

Acaba böyle büyük bir yangının ortasında, öğrenen zihin yapısında olduğunu anladığımız Dodge, kendisine o an hangi soruyu sormuştur? Böyle bir belirsizliğin içinde benim aklıma gelen ilk soru, Şu an burada ne oluyor?” olabilir.

Bu soru tüm dikkatimizi ve aslında tüm kaynaklarımızı, bilgilerimizi, geçmiş tecrübelerimizi, deneyime açık yanımızı içinde bulunduğumuz ortama getiriyor.  Basit ve etkili bir soru, “Şimdi burada ne oluyor?”

Özetle yukarıda bahsi geçen trajik olayın etki ve olasılık analizi bakımından olma olasılığı düşük fakat etkisinin büyüklüğünü dikkate alırsak belki bu hikâyeyi ve soruyu kendimize bir hatırlatıcı olarak alabiliriz. Böyle bir anda yeni bir çözümü üretebilme ve etrafındaki insanları buna ikna edebilme motivasyonu, büyük ihtimalle öğrenen ve yaratıcı bir zihnin ürünü olsa gerek.

Peki bizler bu bilgileri kendi hayatımıza şimdi nasıl entegre edebiliriz?

İlk küçük adımı isterseniz hayatınızın hangi kısımlarında öğrenen, hangi kısımlarında sabit zihin olarak düşündüğünüzü keşfederek başlayabilirsiniz.

İkinci pratik önerisi ise;

Sonucundan memnun hissetmediğiniz bir durumu veya kendinizi iyi hissetmediğiniz bir iletişim anınızı düşünün. Sizce bu olayda hangi zihin yapısından hareket ettiniz? Şimdi tam burada neleri fark ediyorsunuz? İki zihin yapısı arasındaki geçişi hangi soruları sorarak yapabilirsiniz? Bakalım sonuçlar nasıl değişecek, siz nasıl hissedeceksiniz?

Her iki zihin yapısının hayatımızdaki faydalı yanlarına yeni bir öğrenme ve bakış açısıyla bakmaya fırsatlarımızın olmasını diliyorum. Ve aklımızı yeniden yapılandırmanın heyecanı daim olsun ki düşüncelerimiz değişsin, dünyamız değişsin.😊

 

Mari Camgöz Pektezol

 

 

 

Önceki İçerikDeğer Depoların Dolu mu?
Sonraki İçerik“Xahir” Heykel Sergisi Mustafa Ayaz Müzesi’nde
Mari Camgöz Pektezol
1976 İstanbul doğumlu, insan aşığı bir insan. Yıldız Teknik Üniversitesi İstatistik bölümü ve İstanbul Kültür Üniversitesi İşletme Yüksek Lisans Mezunu. Arel Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisans öğrencisi. Yaklaşık yirmi yıl süren kurumsal iş yaşamında farklı bölümlerde ve görevlerde yer aldı. İdari & Organizasyon, İnsan Kaynakları ve son on yılı Finans Yöneticiliği olarak süregelen kariyerine 2016 yılı sonunda yeni bir yön verdi. Neredeyse ilk gençlik yıllarından bugüne değin, hiç bitmeyen bir tutku ve merak ile, gelişime ve dönüşüme ilgi duydu. İnsanın; zihin, beden, duygu ve ruhu ile “bütün” olduğunu ilk keşfettiği 2005 yılında, yeni bir dönüşüm yolculuğuna başladı. Zaman içinde aldığı farklı eğitimler ile beslendi, aldığı bilgilerin birbirleriyle bütünselleşmesine önem verdi.Yazmayı ise ayrı sevdi, kitap okumaya aşık iken, yazarken yeniden yaşadığını keşfetti, yazarken yeniden yarattığını... Her yazı onu kendine daha da yaklaştırdı. Ve gün geldi yazılarından yeni bir “hayat” yeni bir kitap doğdu. Kitap adını kendi seçti, “El Yapımı Hayat” olsun dedi... 2014’de Yasemin Sungur ile hem yolları & hem de kalpleri buluştu. MARTIDAŞ olmayı çok sevdi, seviyor, hep de sevecek. Şimdİ yeni yazılar, yeni kitaplar ve yeni umutlarla yoluna devam ediyor.