Gökyüzünde güneşin hareket etmesini sağlamak için kalp sunarlardı. Bu yüzden kültürlerinin temelinde kurban etme yatıyor. Rahipler ve bireyler kendi kanlarını akıtırlar ya da esir aldıkları insanları kurban ederlerdi. Bu esirlerin kalpleri daha atarken çıkarılır ve tanrılara sunulurdu.
Şubat sayımızda uzun seyahatimin devamını paylaşacağımı yazmıştım. Mexico City şehrinde geçirdiğimiz üç günün sonunda kahvaltıdan sonra Puebla şehrine doğru yola çıktık. Üç saatlik yol boyunca mısır tarlalarıyla kaplı yerlerle çeşitli kaktüslerin olduğu bölgelerden geçerken volkanik tepelerde gördük. Chaula 5000 metre yükseklikte olan volkanın hala aktif olduğunu öğrendik. Puebla şehri 1531 yılında kurulmuş ve 1562 de savaş olmuş. İspanyollar Fransız askerlerini yenerek İspanyol etkisini şehirde görüyorsunuz. Şehrin yerleşik düzeni dar sokakların kenarlarında iki katlı renk renk boyanmış evlerle demir işlemeli pencerelerle çok güzeldi. Yemek yemek için otantik bir yer seçtik. İlk kez fıstık çorbasını orada tattım. Buraya özgü melo sos getirdiler. Çikolatanın içinde altı çeşit baharat konularak yapılan sos, ekmekle tadınca ağızda baharat tadı bırakıyordu. Bu sosu yemeklere katarak da yiyebiliyorsunuz. Et yemeğinin ardından sarmısaklı pilav yedim. Buradaki yemeklerin hepsi çok lezzetliydi.
Yemekten sonra bol bol resim çektirerek katedrale doğru yürüdük. 200 yıllık olduğu söylenen katedral de insanlar günün her saatinde görmek mümkündü. Sokaklarda şehrin meydanına doğru yürürken öyle kalabalık ki, çeşitli enstrümanlar çalanlar, parklar ve kafelerde oturanlar, resim, karikatür yapanlar ve tabi ki olmazsa olmaz satıcılar… Bazı sokakları da bana Mahmutpaşa’yı hatırlattığını söylemeden geçemeyeceğim. Arkadaşlarla buluşma vaktine kadar bir kafede oturup kahve içmek istedik. Fakat büyük küçük o kadar çok satıcı yanınıza geliyor ki rahatsız olmaya başlıyorsunuz. Hele de birinden yanlışlıkla bir şey aldığınızda bir anda yığınla satıcılar etrafınızı sarıyordu. Bir an yeter diye bağırmamak için kendimi zor tuttuğumu hatırlıyorum. Bu şehre birçok koloniler gelmiş. Hepsinin de etkisi görülüyor. Ama en çok ta İspanyolların Endülüs’ü andıran havası vardı. Hem eski, hem de düzenli bir şehirdi. Sokaklar dar ama uzundu. Bir sokaktan uzaktaki sokağın ucunu görebiliyordunuz. Rengarenk oluşu beni coşturmuştu. Burada seramik arabik desenli kilden objeler çok meşhur. Buradan dünyanın en büyük piramidi olan Choula gezisi bir tepeyi andıran ve tapınak bulunan bir yapı içerisine girerek Tepanapa piramidini keşfedeceğiz. Burayı gezerken sokaklarda kuru yemiş gibi satılan şeyler hepimizin ilgisini çekti. Rehber bunların çekirge olduğunu söylediğinde benim yüz ifademi görmeliydiniz. Arkadaşlarımızın çoğu bundan alarak tadına bakarak denediler. Bende iğrenç ya bunu da yemeseniz olmazdı diye söylenerek yürüdüm. Burada ki manzara müthişti. Yeşil koskocaman bir alanda ileriye doğru baktığımızda volkanik dağ görüntüsü sanki bulut duman çıkarıyormuş havasındaydı. Pipo içen bulut gibi… Alan çok büyük olduğundan hala arkeolojik kazılar sürüyordu. Buradan meşhur Oaxaca şehrine gitmek için yola koyulduk, otobüste yol alırken Ali arkadaşımız Meksika’nın tarihi ile ilgili bizimle bilgilerini paylaştı…
İspanyollardan önceki yaşam İber yarımadasında başlıyor. Arapları topraklarından attıktan sonra başka toprakları keşfetmeye ve Katolik dinini yaymak için Meksika’ya geliyorlar. 492 kişi Kolomb ile Dominik Çumhuriyeti’ne gidiyorlar. İki kişi Aztek ve Mayaların arasında yaşamaya başlıyor. 1519 yılında 500 asker atla başlarında Cortez’le bu kıtaya yerleşiyorlar. Mexico city gelip gölün ortasında adalar ve kanallar olan yeri beğeniyorlar. Yerlilerin tüylü yılan diye tanrıları var. Buradaki insanları esir alıyorlar kanalları zehirliyorlar kayıklar yapıp şehirleri yok etmeye başlıyorlar. Rahipler altın bulmak ve dinlerini yaymak için onlar da geliyor. 1534 yılına kadar Meksika’nın birçok yerini İspanyollar ele geçiriyor. Cortez çok ahlaksız bir adam olduğundan bayağı bir hile yapıyor. Gece saldırıyor kıyımla yerli halkı azaltıyor. Sonunda papaya giden bir rahip bunlar bütün yerel halkı öldürüyor engel olun diyor. 1810 yılına kadar İspanyollar hakim. Kuzeyini de keşişler etkiliyor. Kilise söz sahibi oluyor. Büyük çiftlikler kuruluyor altınları alıyorlar. İspanya bu gelirle Avrupa’daki savaşlara girerek yerlileri çalıştırıp telef ediyorlar. Afrika’dan köle getiriyorlar. Burada doğmuş toprak ağaları politik ortamda söz sahibi oluyorlar. İspanyollar cast sistemini uyguluyorlar. Burada doğmuş İspanyollar ve yerliler var kim kiminle karışırsa ne seviyeye gelir diye 16 çeşit kast sistemi oluşturuyorlar. 1810 da Voleris’te Doleres’in çığlığı köylüyü peşine takıyor. Ya özgürlük ya ölüm diye ayaklanıyorlar. Özgürlük savaşını başlatan kişi Miguel Hidalgo. 1821 de vali Meksika’nın özgürlüğünü kabul ediyor. 1836 da Teksas’ta bağımsızlığını ilan ediyor. Buradaki eyaletleri kaybediyor, iki eyaleti Amerika’ya satıyor. Benito Juárez lider yerlilere hakkını veriyor. Napolyon Maxmillian’ı atıyor Halkın yararına olan hiçbir şey yapılamıyor. Hep diktatörler baskı uygulamaya tarih boyunca devam ediyorlar.
Meksika’nın Aztek mitolojisine değinerek biraz açıklama yaparak devam edeyim: 1519 da İspanyol orduları Cortez önderliğinde Meksika’ya varmadan önce Aztek krallığı uğursuz kehanetlerle doldu. Avcılar kral Montezuma’ya başında bir aynayla kuş getiriyor. Bu aynada cennetler görülürdü. Ama kral aynaya baktığında bir yığın silahlı adamlar görüyor. Cortez ilk geldiğinde Montezuma Quetzalcoatl’ın yani Tüylü Yılan olan tanrının geri gelmiş olduğunu sanıyor. Mexico City’nin kuzeyindeki Teotihuacan kompleksinin parçası olan Quetzalcoatl piramidi Tüylü Yılan Aztek tanrılarından biridir. Bu yararlı mezoamerikalı tanrı bir melezdir. Quetzal kuşu ile çıngıraklı yılanın karışımıdır. İnananlar Cholula tapınağına hacı olmaya giderler. Aztekler de dahil bir çok antik Amerikan uygarlığına uzanır. Bu festivallerin en taşkınlarından biri Meksika ölü günüdür. Aztek dilinde Cempa-xochitl adlı turuncu kadife çiçekler mezarlıkların süslemek için kullanılır. Azteklerde insanların tanrılara kan borcu olduğuna inanılırdı. Çünkü tanrılar insanlığı yaratmak için kendi kanlarını vermişlerdi. Gökyüzünde yani güneşin hareket etmesini sağlamak için kalp sunarlardı. Bu yüzden kültürlerinin temelinde kurban etme yatıyor. Rahipler ve bireyler kendi kanlarını akıtırlar ya da esir aldıkları insanları kurban ederlerdi. Bu esirlerin kalpleri daha atarken çıkarılır ve tanrılara sunulurdu. Çoğu Aztek tapınaklarında kafa taşları süslemeleri vardır. Buraları gezerken bunları görüyorsunuz… Oaxaca şehri de maya tapınaklarının yer aldığı şehirlerden biriydi…