Tek Ayak Üstünde Dengeli Besleniyorum

“Hayır olmaz. Gece 12.00 de bunları yemeği  aklından bile geçirme. Şimdi küçük boy domatesi al rendele, yoğurt ile karıştır biraz tuz biraz nane. Afiyet olsun.”

İyi de bu durumda ben hala açım. Bu benim iç sesim, o kadar çok yerden bilgi geldi ki, bu durumda neyi yemeli neyi yememeli? Neyin içine neyi katmalı?  Saat kaçta yemeli? -meli, -malı…  Artık iç sesim ve ben ayrı ayrı yerlere çekiştiriyoruz beni.

Niyeyse sürekli canım yasak olanı çekiyor. Bir de gizlice yiyorum; kimden gizliyorsam?

fotoğraf 2

Alışverişler adeta kimya dersine döndü önce E’ler vardı: E311 E102 E120 gibi maddelerin zararlı olduğu; E125, E200, E250 gibi maddelerin şüpheli olduğu bilgisi hızla yayıldı. Uzun bir sure bu E’leri kovaladım. Sonra  bir gün baktım artık E’ler yok uzun uzun açıklamalar var. Ancak kimya dersine devam, kim bunlar? Emülgatör, soya lesitini, askorbik asit, asitliği düzenleyici, asit esterleri, polisorbatlar, laktik asit, kabartıcılar sodium bikarbonat…

Derken, “Almaya çalıştığım masum bir çikolatalı bisküvi mi yoksa zehir mi?” soruları geldi. Elimde çikolatalı bisküviyi düşünüyorum, vicdanımla baş başayım  sanırım kendimi zehirlemek üzereyim.

Markette reyonda dizili elmaların hepsi bir boyda, pırıl pırıl,; sanırsınız cadının Pamuk Prenses’e verdiği elmalar bunlar.  Ya sarımsaklar? Küçük bir file sarımsak aldım elime, bir de ne göreyim? Çin malı. Camımın önündeki saksıya eksem çıkar sarımsak, biz niye ithal ediyoruz? Kızıyorum kendime  evde kalan sarımsakları birer ikişer ekiyorum cam önü saksıma. Sürekli kafamın içinde sorguluyorum. Mis gibi Anamur muzumuz var. Alanya muzumuz var.  Niye saman gibi olan o kocaman çikita muzlar  daha ucuz  marketlerde?

Ben gündüz televizyon açmıyorum diye annem ve eşimin annesi sabah programlarından izledikleri yeni bilgileri, doktorların tavsiyelerini bana aktarmaya başladılar. Her ne kadar dinlemesem de bir müddet sonra o bilgilerin bilinçaltında yer etmeye başladığını fark ettim.

Tamam, öğrenmenin yaşı yok kabul.  Her gün yeni yeni şeyler öğrenmek de güzel. Ancak uygulamaya gelince sıkıntı yaşamaya başlıyorum.  Beynimin bir yerine not düşülmüş bir kere: “Etin yanında C vitamini sebze olmalı karbonhidrat olmaz.”

Önden bir tarhana çorbası içemedim. Etin yanında makarna yiyemedim.  “Yoğurt etin yanında yendiğinde etin demir salınımını engeller” miş.  Ah İskender bu sana yapılır mı?

“Akşam 19.00’dan sonra yemek yemeyin, mide dinlensin” deniyor. Gece 12’ye kadar oturuyorsam ve bilgisayarda çalışmam gerekiyorsa midemden gelen sesler bana eşlik ediyor. Gözümün önünde tereyağlı kızarmış ekmekler resmigeçitte…

“Yemekten hemen sonra yenen meyveler şekere dönermiş” diye  diye akşamları yediğimiz meyvenin de tadı kalmadı.

Ekmek makinesi aldık artık ekmeğimizi evde yapacağız. İyi güzel de un, ya un ne olacak?  O da sağlıklı olmalı, kepekli, tahıllı falan. O da yetmedi mayalanması için koyduğun bir tatlı kaşığı şeker bile doğal olmalı.  Yumurta? Yumurtayı nereden alıyoruz? Bakalım o serbest gezen tavuğun yumurtası mı yoksa tutsak olanının mı?

Yaşasın arama motorları, gözünü seveyim. Hemen araştırıldı doğal besinler satan  firmalar bulundu, internetten siparişler verildi. İçimde hala şüphe var acaba o gelen sebzeler organik tarım mı?  İlaçsız tarım mı? Tohumların genleriyle oynanmış mı? Niye babamın arka bahçesine ektiği salyangozların delik deşik ettiği pazılar gibi pazılar gelmiyor oralardan? Niye annemin  saksıya ektiği  cılız maydanozlar gibi maydanozlar  gelmiyor oralardan? Bu  şüphe kemiriyor beni.

Sanırım iç sesim ve ben ilk defa aynı fikirdeyiz: Artık yeter!

Yediğimiz sebze ve meyvenin sentetik mi, hormonlu mu yoksa organik mi olduğunu sorgulamaktan sıkıldım.

Alışverişte her paketin arkasını okuyarak  ve katkı maddelerinin zararlı mı yoksa zararsız mı olduğunu çözmeye çalışmaktan sıkıldım.

Reklamlarda özendirilen yiyeceklerin çok sıklıkla tüketildiğinde çocuklara zarar vereceği konusunda ikna etmeye çalışmaktan sıkıldım.

Ben hala kendimle mücadele veriyorum yemeli mi yememeli mi?  İşte bütün mesele bu.

Hüma Oktay

www.baobabvealbatros.com

Önceki İçerikBen İflah Olmaz “İyimser-ler-de-nim”
Sonraki İçerikŞairim Nazım Hikmet Doğmuş Bugün
Hüma Oktay
Bir işletme bölümü mezunu olarak kurumsal hayattaki misyonumu tamamlayıp artık özüme döndüm. Yazarak yaşamaya... Hayat boyu bitmeyen bir öğrenme arzusu çok kitap okumaya ve kitapların yayına hazırlanması sırasında işin mutfağında olmaya yöneltti beni. Bazen görme engelliler için kitaplara ses verdim, bazen basılmadan önce kitapları çocuklarla birlikte irdeledim. Böylece çocuklar için eğlenceli kitaplar yazma serüvenim başlamış oldu. Her kitap yaşamımda bir iz bıraktı. Kafka’nın Dönüşüm’ü beni Prag’a sürükledi, Gülşah Elinkbank’ın Yalancılar ve Sevgililer’i Romanya’ya... Antoine de Saint-Exupéry’in Küçük Prens’i beni koleksiyoner yaptı, Orhan Veli’nin Şiirleri benim de duygularımı şiir ile ifade etmeme vesile oldu. Kitaplar ve seyahatler yeni şehirleri, yeni kültürleri ve yeni yazıları da beraberinde getirdi. Bu seyahatlerdeki yol arkadaşım kardeşim Baobab ve ben Albatros 2013 den bu yana kendi web sitemizde yazmaya başladık. Etkilendiğim kitaplar, doğal yaşam, geri dönüşüm, çocuklarla iletişim, çocuklarla hayata dair kaleme aldığım konuları 2015’den bu yana Martı Dergisi’nde paylaşıyorum. Dünyanın geleceğini bugünden görmek isterseniz bir eliniz çocuklara bir eliniz toprağa dokunur olsun... Sevgiyle kalın daima... Hüma Oktay

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz