Ankaralı. TED Ankara Kolejli. 20 yaşında Bilkent Üniversitesi’ni bitirir. Kendini bir anda Ankara’nın korunaklı havasından New York’un kozmopolit ortamına transfer edilmiş bulur. İkiz Kuleler’in yanı başındaki finans bölgesinde hayalini kurduğu staja başladığı gün takvim 10 Eylül 2001’i gösterir. “Hayat sen planlar yaparken başına gelenlermiş” misali ertesi gün talihsiz 11 Eylül olayları yaşanır, hem de burnunun dibinde, Starbucks’tan kahvesini alıp mutlu mutlu staj yapacağı yere giderken, bölgenin ve mezuniyetten sonra orada çalışma hayalinin yerle bir olduğunu görür. Uluslararası Finans alanında yaptığı yüksek lisansı tamamlar ve anayurda döner.
Kurumsal hayattan serbest zamanlı çalışmaya kendi deyimiyle “yumuşak geçiş” yapar. İlk 10 senelik kurumsal bankacılık deneyiminde finanstan daha çok iletişimi sevdiğini görür. Bunu fark edince portföy yönetimi tarafına kayar, Amsterdam’da 4 sene bu alanda hizmet verir. Araya birkaç yıllık Kurumsal İletişim ve Medya sektörü girer. Bu yıllarını “kurumsal disiplin edindiği, kurumların işleyiş yapısını öğrendiği” yıllar olarak tanımlıyor. “İnsanın bir diyetisyeni, bir spor hocası varsa neden bir yaşam koçu da olmasın” derken yolu tesadüfen koçlukla kesişir. Öğrenmeye bayılıyor. Bir yandan 2000’i aşan saat eğitimlere katılıp koçluk alırken; diğer yandan eğitimler verip koçluklar yapmaya başlar. Özellikle grup atölyeleri ve kurumsal eğitimler konusunda derinleşir.
Gayet temkinli adımlarla ilerler. İlk etapta kurumsal kariyerini yarı zamanlıya indirir. Şimdi karşımızda kendi kanatlarıyla uçan; eğitim ve koçluk alanında hizmet veren hayat enerjisi hayli yüksek bir kadın var. Onunla konuştuğunuzda sahne tozu yutmuş olduğunu anlıyorsunuz. Türkçe’mizi gayet iyi kullanıp akıcı konuşmasıyla yıllarca sahne önü veya arkası çalıştığını hemencecik fark ediyorsunuz. Bir kez daha görüyoruz yaşam için tiyatro elzem, sanat şart!
Şeyda: Hoş geldin Çiğdem. Öncelikle seni tanımama vesile olan Love Mafia platformumuzu hayata geçiren sevgili Eda Çarmıklı ve Markus Lehto’ya teşekkür ederek başlamak isterim. Kurumsal hayatı, beyaz yakalı olmayı yavaş yavaş bıraktığını görüyorum. Bir yanın özgürce uçmaya niyetlenirken, diğer yandan ayakların sağlamca yere basmış. Sıklıkla altını çizdiğin “hayata holistik, bütüncül bakmak” diye bir kavram var. Bütün bunların ışığında neler söylemek istersin?
Çiğdem: Hoş bulduk Şeydacığım. Love Mafia’mızın varlığına, senin gibi birçok değerli isimle beraber üretip akma alanı açan sosyal kabilemize ben de minnettarım. Kendi adıma ne büsbütün spritüal tarafta salınan ne de bildik kurumsal dinamiklerde sıkışmış bir noktada, ikisinin kendimce bileşkesinde var olmaya ve alan açmaya gayret ediyorum. Nitekim sözünü ettiğin bütüncül bakış artık iş dünyasının da gündeminde yer alıyor… Geçen günlerde Harvard Business Review’da okuduğum “Mindful Leadership” konusu çok hoşuma gitti. Liderlik gurusu Peter Drucker “önce kendinizi yönetmedikçe insanları yönetemezsiniz” diyor. Ben de herhangi bir liderliğin önce kendimizden başladığına inanıyorum. Yoğun ve hızlı iş temposunda, odaklanma ve farkındalık, etkili performans ve öz-yönetim için temel nitelikler. Düşüncelerimizin ve duygularımızın daha fazla farkına vardıkça, kendimizi daha iyi yönetebilir ve değerlerimiz ve hedeflerimizle daha uyumlu hareket edebiliriz. Gerçek mutluluğu neyin oluşturduğunun farkında olmak, diğer insanları gerçekten neyin harekete geçirdiğini anlamamıza da yardımcı olur… Farkındalık eğitimleri yoluyla geliştirilen zihinsel güç ve özgürlük sayesinde kendimize ayna tutabiliriz; anda olmayı ve ufuk açan, ilham veren bir iletişim dilini mümkün kılabiliriz. Nitekim Love Mafia’nın kurumsal bacağı olan LifeWorksLabs içeriklerinde de hepimizin farklı bakış açılarıyla merkeze koyduğu duruş az çok böyle…
Şeyda: Şu an hangi eğitimleri veriyorsun? Senin en çok keyif aldıkların hangileri?
Çiğdem: Kurumsal kariyerim boyunca, sektör fark etmeksizin, işimin odağında her zaman insan ilişkileri ve iletişim yer aldı. Bu deneyimlerden öğrendiklerimi ve farklı ülkelerde yaşarken edindiğim vizyonu koçluk ve eğitmenlik çalışmalarıma aktarmaya gayret ediyorum. Konuşma ve Susma Sanatı, Hikâye Anlatıcılığı ve Oyunlaştırma, Etkili İletişim, Fasilitasyon Yetkinlikleri ve Finansal Okuryazarlık eğitimleri veriyorum. Hepsindeki farklı konuları ve dinamikleri, o ortak enerji ve öğrenme alanında bulunmayı, yeni kurumlarda alan açmayı çok seviyorum. Ama sanırım, Love Mafia’da başladığımızdan beri defalarca açtığımız “Yaşam Ağacımızı Süslemek” atölyesinin ve geçen ay ilk defa açtığımız, oyunlaştırılmış bir akışla ilişki dinamiklerimize baktığımız “Aşk Oyunu” atölyesinin yeri bende ayrı.
Şeyda: Verdiğin eğitimlerden biri “Susma Sanatı”. Beni hayli etkilemişti bu başlık. Neden dinleyemiyoruz insanlık olarak, susmak bir sanat mıdır?
Çiğdem: Çoğumuz dinler görünürken, aslında kendi konuşma sıramızın gelmesini bekliyoruz. Hem dilimizde hem de zihnimizde sustuğumuz zaman, diğer kişinin söylediklerine ve hatta söylemediklerine odaklanabiliriz. Aslında etkili bir iletişim aracı olarak sessizliğin gücü üzerinde çok az durulur; hatta çoğu kimse için sessizlik iletişim bile değildir. Gerçekte sessizlik, doğru ve yapıcı biçimleriyle kullanıldığında çok etkili bir iletişim aracı ve evet bence sanattır. Yani diyoruz ki öyle bir sus ki, herkes seni dinlesin!
Şeyda: Oğlun “Ozan” için “Hayatımı şiire çevirdi” dediğini anımsıyorum. Ne güzel bir benzetme! Başta Ebeveyn koçluğu olmak üzere, aldığın eğitimlerde çocuk yetiştirmeye dair neler gördün? Oğlun ile ilişkine ne kadarını uygulayabildin?
Çiğdem: Teşekkür ederim. Adıyla büyüsün, çevirdi gerçekten… Olabildiğince kendini özgürce ifade etmesine alan açmaya, onu anne kulağıyla değil koç kulağıyla dinlemeye ve farklı bir ilişki kurmaya gayret ediyorum. Ozan 9 yaşında. Pandemi sürecinde ilkokul 1. sınıfın ortasından 3. sınıfa kadar evde eğitim almak durumunda kaldı. O dönemde de önceliği onun öğretmeni olmaya değil oyun arkadaşı olmaya verdim. Tüm teneffüslerde deli deli oynadık. Çünkü temel eğitimde kalan eksiklikleri sonradan tamamlayabileceğimize ama izolasyon sürecinde duygusal açıdan onu desteklemenin daha önemli olduğuna inandım.
Ama doğruya doğru, inanılmaz güzellikleriyle beraber zorlayıcı yanları da olabilen bir yolculuk annelik, bazen de eğitimmiş koçlukmuş uçup gidebiliyor.
Şeyda: Pandemiye kadar çevrimiçi eğitim yapmaya direndiğini belirtmiştin. Bir paradigma değişikliği olur hayatında. Neydi o, pandemi eğitim dünyasına ne getirdi ve eğitim dünyasından neler götürdü sence?
Çiğdem: Temsil sistemlerimiz farklıdır bilirsin. Görsel temsil sistemi daha baskın olanlar görerek, okuyarak, işitseller dinleyerek, sesli tekrar ederek ve tartışarak daha rahat öğrenir. Bazılarımızınsa aklında hareket enerjisi daha iyi kalır; öğrenilecek şeylerle fiziksel temas kurarak, uygulayarak daha rahat öğreniriz ya da çalışırız.
Ben kinestetik sistemi baskın, sözlü ya da sözsüz, ama ille de yüz yüze, dokunsal iletişimi tercih eden birisiyim. Uzun süre sanal ortamda seans yapmaya direndim. Ama pandemi sürecinde hep beraber içerilere kapanınca bu bir seçim olmaktan çıkıp zorunluluk haline geldi. Ve gördüm ki diz dize olmadan da göz göze gönül gönüle olunabilirmiş, sanal ortamlarda da insan kendine ve başkalarına alan açabilirmiş. Üstelik bunun da etki alanını genişletmek, oturduğun yerden işini yapabilmek gibi rahatlıkları varmış. Ekranda görünen üst kısımda gömlek-makyaj, aşağıda eşofman-terlik kombinleri aldı yürüdü. Ama şaka bir yana, pandemi eğitim dünyasına gerçekten farklı mümkünler getirdi…
Bu mümkünler, Metaverse aleminin sonsuzluğunda kim bilir daha ne kapılar açacak, göreceğiz… Dürüst olayım, halen yüz yüze ortamları bambaşka buluyorum, ama artık rahatlıkla sanal ortamda da çalışabiliyorum.
Şeyda: En son olarak 11 Eylül olaylarını canlı canlı yaşamış biri olarak, o güne dair, hayata dair neler söylemek istersin?
Çiğdem: O sevimsiz gün benim kendim için çizdiğim resim değişti. O gün yaşanmasaydı belki New York’tan dönmeyecektim, hayatımı orada kuracaktım. O zaman da son 21 yılda başıma gelen birçok harika şey belki olmayacaktı…
New York’tan İstanbul’a, oradan Amsterdam’a, Amsterdam’dan Ankara’ya dönmek; neredeyse 35 yaşımda, uğruna cidden emek verilmiş bir kurumsal kariyeri geride bırakıp serbest çalışma kararı vermek… Hepsi heyecan verici ama zorlu yanları da olan; sonradan geriye bakınca yapmasaydık bilemeyecektik dedirten kararlardı.
Kişisel tarihimin ötesinde o gün Dünya da değişti… Ondan önceki sayısız defa olduğu ve bundan sonra da sayısız defa olacağı gibi… Ve yine zorlu günlerin içinden geçiyoruz. Bir yandan savaşa, bir yandan pandemiye, ekonomiye, değişen şartlara dair kaygılarımız hiç bitmiyor.
Sanırım mevcut koşulları olduğu gibi kabul edip her şey için ve her şeye rağmen şükredebilmek esas… Ve galiba da arada kendimize anımsatmak gerek; hayatın akışında, seçimler kadar sürprizler de gönüllü ve zorunlu değişimler de bazen insanı tam da olması gereken yere çıkarıyor…
Röportaj: Şeyda Bodur