Adı bile uzun… Evet ama seyahate katılacağımı söylediğimde bu kadar uzun olabileceğini bilmiyordum. Çünkü genelde ilginç olan bir şey vardı. Seyahat dendiğinde gözü kapalı evet diyordum. “Ya bir bakıyım neresidir, nasıldır?” demeden hooppp atlıyordum. Bu da benim meziyetlerimden biriydi sanırım…
Geleyim seyahatime… Yine her zamanki seyahat grubumuzla Atatürk Havalimanı’nda buluştuk. Aramıza yeni katılanlarla tanıştık. Sabahın köründe yani 4.30 gibi Moskova’dayız. İlk durağımız Moskava’dan akşama doğru trene bineceğiz ve yolculuğumuz başlayacak.
Ama önce Moskova’da görülmesi ve ziyaret edilmesi gereken yerler vardı. Daha önce ben Moskova’yı gördüğümden benim için cazip değildi. Ama çoğu arkadaşımız ilk kez geldikleri için heyecanlıydılar… Önce kahvaltı yapacağımız yere gittik. Yeni açılmıştı. Fakat rehberimiz siparişlerle ilgilendiği için kahvaltımız gecikmeli oldu. Dünyada en çok konuşulan ortak dil İngilizce olmasına rağmen çok az insan konuşuyordu burada. O yüzden de her şey yavaş işliyordu. Bir de tabii buna yıllarca komünizm döneminden kalma hizmet edememe gibi bir sorunları vardı.
Yıllar evvel gittiğimde de aynı şeyden şikayet etmiştim. Şimdi biraz daha iyiydiler. Epeyce kafe açılmış olduğundan sanırım biraz daha törpülenmişlerdi. Bizler ise çabukluğa o kadar alışmış bir milletiz ki, bu tabi bize tuhaf geliyordu. Ama insan her yemekte böyle durumla karşı karşıya gelince başka türlü düşünmek imkansızdı.
Kahvaltı sayesinde hava iyice aydınlanmış bizler de doymuştuk. Şimdi keşfe başlayabilirdik. Kızıl Meydan’a doğru yola çıktık. Kızıl Meydan görkemiyle herkesi büyülemişti. Rehberimiz orada burayla ilgili açıklamalarıyla oradaki kiliselerin hakkında da bilgi almıştık. Yürüyerek Lenin’in mezarının olduğu yere ve savaşta ölmüş olduğu yeri de ziyaret ettikten sonra meşhur Arbad sokağına gittik. Puşkin’in karısıyla olan heykelinin bulunduğu kısımda resim çektirdik. Tam karşısında da evlendiğinde kaldığı evi vardı. Ama kapalıydı.
Buradan da ünlü şairimizi Nazım Hikmet’in yattığı mezarlık ziyaret edildi. Nazım Hikmet denilince herkesin yüzünde bir hüzün vardı. Aramızda hayranı olan Sado ağabeyimiz hazırlıklı geldiği için, şahsen beni çok mutlu etmişti. Elinde Nazım Hikmet’in şiir kitabı, ülkemizden biraz toprak,
ceviz, Karadeniz bölgesinde trekkingde topladığı bir küçük demet çiçek ve kayısı çekirdeği… İlk önce şiirinden bir dize okuyarak mezarına getirdiklerini gömmesi hepimizi duygulandırmıştı. Çok güzel düşünerek hazırlıklı gelmesi takdire şayandı. Hep birlikte resim çektirerek bu anı hatırlara kaydetmiştik. Çok güzel bir seremoniydi.
Daha sonra Rusya’ya ait önemli devlet adamlarının ve kişilerinin mezarlarını da ziyaret ederek bu bölümü tamamlamıştık. Artık istasyona gitme zamanı gelmişti. Hepimiz yorgun ama heyecanlıydık. Çünkü vagonla epey uzun bir seyahat başlıyordu. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Böylelikle bilinmezliğe doğru yola koyulduk. Sonunda trenimize, yani bize ait 18 kişilik vagonumuza kavuştuk.
Vagonumuz 9 kabinden ve iki tuvaletten, hizmetlilerin kaldığı bölüm ve küçük bir mutfağımız vardı. Şöyle bir bakındıktan sonra kabinlerimize yerleşmeye başladık. Bir zamanların sürgün yeri olarak hafızalara kazınmış Sibirya’ya yolculuğumuz başladı. Bu gezimizin bir başka farklı yanıysa benim Rus edebiyatıyla ilgili sunumum olacaktı…
Bir başka seyahatimizde bu gezimizle ilgili olarak Sado ağabeyimle konuşurken ‘madem böyle bir geziye çıkıyoruz, o zaman Rus edebiyatı üzerine bir çalışma yapalım’ demiştik.
Edebiyat eski çağdan başlayıp, ortaçağı, Rönesans dönemini, (hümanizm) klasizmi, (Ulusal ve Krallık) romantizmi, (İnanç ve Doğa) realizmi, (Bilim) ve moderncilik akımlarını içine alarak günümüze kadar devam eder. En son da Natüralist gerçekçi akımlar gelir.
Rus Edebiyatı’nın en önemli yazarlarından Dostoyevski, Suç ve Ceza adlı romanındaki Raganukof karakteriyle suç üzerinden toplumu çözmekte ve metinlerle iç sorgulamalar yaparak adeta adaleti sorgulamaktadır. Puşkin ise romantizmi rus halkının yaşamından metinlere döker. Gogol, realizm akımında toplumun kokuşmuş, bozulmuş yöntemlerini eleştirerek yazar. Aristokrat olan Tolstoy ise realist bir yazar olarak karşımıza çıkar; bu kesimin iyi ve kötü yanlarını eleştirerek romanlarına konu eder. Realist yazar olarak Nihilist ve kuşak çatışmalarını yazan Turgenyev’i ve savunduğu sosyalizmi romanlarında konu eden Gorki’yi sayabiliriz.
Bu kısa bilgi dağarcığından sonra, hem edebiyattan hem de Rus Edebiyatıyla ilgili hazırladığım bilgileri seyahat arkadaşlarımla paylaşacak olmanın mutluluğu içindeydim. Bu güne kadarki gezilerimizde böyle bir etkinlik yapmamıştık. Bu benim için heyecan vericiydi. Arasından seçtiğim iki yazarı da tanıtacaktım. Dostoyevski ve Tolstoy… İlk önce hayatlarıyla ilgili bilgi verip , sonra eserlerinden bilgi verecektim.
Gezimizin Sibirya bölümünü Ekim ayında paylaşmak üzere geziyle kalın…