“Bugün Dünya Anadili Günü. Her iki haftada bir dil ölüyor. Bitki ve hayvan çeşitliliğinde olduğu gibi insan sözleri kaybettiğinde de dünya ufalıyor.”
Ve Günler Yürümeye Başladı
Eduardo Galeano
UNESCO tarafından ‘Uluslararası Anadili Günü’ (asıl adı ‘Anadili Hareketi Günü’) olarak ilan edilmiş olan 21 Şubat; 2000 yılından beri çok dilliliği ve kültürlülüğü desteklemek, azınlık dillerinin unutulmamasına çalışmak, ana dilinin önemini vurgulamak amacıyla kutlanmaktadır.
Peki bu gün nasıl doğmuş? Pakistan Devleti, 1947’de İngiliz sömürgesindeki Hindistan ile giriştiği kanlı bir mücadele sonrasında bağımsızlığını ilan ettiğinde iki bölgeden oluşuyordu: Doğu Pakistan (şimdiki Bangladeş) ve Batı Pakistan (şimdiki Pakistan). Ülkede resmî dil olarak Urduca seçilerek, Bengalce baskılanıyor ve Arap alfabesiyle yazılması isteniyor. Bangladeşlilerin güçlü bir dil bilincinin olması nedeniyle 21 Şubat 1952’de “Bengal Dil Hareketi” oluşuyor: Dakka Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri yürüyüş yapınca polis göstericilere ateş açıyor ve ne yazık ki çok sayıda öğrenci hayatını kaybediyor, yüzlerce kişi de yaralanıyor. Lakin ana dilde eğitim hakkı kendilerine yasaklanan Bengallilerin dil hareketi devam ediyor ve ulusal kurtuluş mücadelesine dönüşüyor.
Bahsetmeden geçmeyeyim: Bu arada merak ettiğim için Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göz attım. Zira ‘ana dil’ mi yoksa ‘ana dili’ mi, hangisi doğru bilmek istiyordum. Sözlük bu iki kavramı şöyle açıklıyor:
-Ana dil: Zaman içerisinde ses, biçim ve anlam bakımından birbirinden az çok farklılaşmış olan dillerin ortak kaynağı kabul edilen dil.
-Ana dili: Çocuğun ailesinden veya içinde yaşadığı topluluktan edindiği dil.
“Her ana dilde başka türlü konuşur evren,” diyor Nermi Uygur Yaşama Felsefesi adlı eserinde. Kendisine katılmamak elde değil; Evreni zenginleştiren dillerdir. Ana dili, her toplumda çocuğun önce kendini sonra içinde bulunduğu coğrafya ve kültürün etkisiyle etrafındakileri ve dünyadaki her şeyi algılayarak anlamlandırabileceği en temel gerçekliktir. Doğumdan itibaren aynı ifadeleri tekrar tekrar duyarak öğreniyoruz ana dilimizi; beynimiz geliştikçe o da gelişiyor, zenginleşiyor. “Ana dili yurt demektir,” sözüyle John Berger’i anmadan geçmeyelim. Çocuğumuzla evde her gün kendi dilimizi konuşarak, onun bizimle, ailenin diğer fertleriyle, kültürüyle, hayatla ilk bağını kurmasına yardımcı oluyoruz. Çocuğun ebeveyni ve ilk öğretmeni olarak böyle bir sorumluluğumuz var. Ve ana dilimiz o kadar içimize işliyor ki, Zülfü Livaneli Edebiyat Mutluluktur adlı kitabında: “İnsan tehlike karşısında ancak ana diliyle feryat edebiliyor,” derken çok haklı.
Ana dillerin hayatta kalmasına ve yayılmasına yönelik girişimler, dünyadaki dilsel, tarihsel ve kültürel geleneklere yönelik bilinç gelişimini de hedefler ve bu sayede bir toplumun kültürü ve tarihi hakkında birçok bilgi toplanır, korunur ve geleceğe aktarılır.
Uzmanlara göre, yabancı bir dil öğrenmeye insanın ana dili engel değil, aksine ‘olmazsa olmaz’ bir ön koşuldur. Hatta, yabancı dil öğrenimi sırasında ana dilin ihmal edilmesinin, çocuğun kimlik duygusunu da etkilediği düşünülüyor.
Küreselleşmeden dolayı, ebeveynleri farklı ana dillere sahip çocukların sayısı giderek artmaktadır. Böyle bir aileye doğan çocuk, genellikle iki ana dille büyümektedir. Bir de farklı bir dil konuşulan bir ülkede yaşanıyorsa, çocuk eğitimini o ülkenin resmî dilinde yaptığı için neredeyse üç ana dille hayata atılır.
Hiç unutmam, çocuklarım yurt dışında anaokuluna başladıkları ilk gün, eğitmenleri ısrarla şöyle demişti: “Lütfen evinizde çocuğunuza ana dilinde konuşun; onu iyi öğrensin, dil temeli sağlam olsun ki, biz ona burada diğer dilleri daha kolay öğretebilelim.”
Nevin Tali Ölçer