Yağmur Pencereden Sızarken

“Ne zaman yağmur yağsa bu evin hali böyle.” Söylenerek banyo dolabının yanındaki kovayı aldı, tüm odaların kapısının açıldığı salona döndü. Pencerenin önüne birkaç saat önce sıkıştırdığı bezleri topladı, sularını sıktı. Pencereyi iyice kapatıp kapatmadığını kontrol edip odadan çıktı. Tadilat için ayırdıkları parayı harcamak zorunda kalınca ustaya haber verememişlerdi. Cılız aleviyle evi ancak ısıtan sobanın başında oturan kocası, kendini haklı çıkarmak isteyerek, “Sana daha kaç kere söyleyeceğim, sezon açılınca yaptıracağım” dedi.

“Yağmurlar sezon mu dinler? Zamanında yaptıracaktın. Sanki bugün böyle oldu.” Elinde kova, yüzü kocasına dönük söylenerek yatak odasının kapısını açtı. Odaya adımını atar atmaz terliği aşıp çorabını ıslatan suyun serinliğiyle irkildi. Hızla kovayı yere bıraktı. Kapıyla yatak arasında kalan boşluğa attığı kilim su içinde yüzüyordu. Burnundan soluyarak salona geri döndü. “Bütün gün evdesin, yağmur yağarken odanın kapısını açıp da bir kontrol etmez mi insan? Akşama kadar elin evini temizle. Akşam eve geldiğinde de sıcak bir kap yemek yemeden yeniden temizliğe başla.” Buna benzer bir sürü cümle geçti aklından, ama hiçbirini söylemedi. Sözlerinin kocasına işlemediğini biliyordu. Sustu. “Kapalı iki kapı kaldı.” diye geçirdi içinden, isteksizce mutfak kapısının koluna uzandı. Ağır çekimle kolu aşağı indirdikten sonra kapıyı iterek açtı. Önce pencereyi sonra yeri hızla taradı. Yatak odasındaki kadar su sızmamıştı, buranın gideri de vardı. Pencerenin önündeki bezi alıp gider deliğine denk getirerek sıktı, bezi ikiye katlayıp yere bıraktı, üstüne ayağını yerleştirip mutfak zeminini boydan boya ayağının altındaki bezle sildi. Bezi yine gider deliğine denk getirerek sıkıp kuruttuktan sonra pencerenin önüne yerleştirdi. Son bir oda kaldı.

Gittiği evlerden arttırdığı paralarla hiç değilse bir odasını keyfince döşemek istemişti. Evlenince çeyiz olarak getirdikleri anca salonu doldurmuş, yatak odasına da zar zor bir yatak atabilmişlerdi. İnce ince işlediği örtüleri misafir odasına aldığı birkaç mobilyanın üzerine yaymış, annesiyle evlerinin avlusunda yan yana oturarak dokudukları, evlendiğinde çeyizine konulan kilimi yere sermişti. Kapıyı yavaşça araladı. Odanın başına gelenleri hemen görmek istemiyor, kendini hazırlıyordu. Kilimin yarısını ıslatacak kadar girmişti yağmur. Nakışı yanlış işlediği kırmızı çizginin olduğu yere kadar ıslanmıştı kilim. Annesi, “Gelinlik kız olacaksın bir de.” deyip, yanlış dokunan kırmızı çizgiyi ayıplayarak bakmıştı. O zamanlar bir kısmeti yoktu, niye öyle demişti ki annesi, hem daha ablası vardı önünde? Kilim bittikten sonra sorularının cevabını buldu. Haber önceden gelmişti, isteyeni vardı. “Güney şehirlerinden birinde bir otelde çalışıyorum, evlenince şehirde ev kiralarız, hem istersen arada sırada otelde de kalırız, eğlencesine, tatil olsun diye. Burada gidebileceğin tek eğlence akraba düğünleri, oraları bir görsen, daha ne istiyorsun.” Böyle bir sürü sözle bağlamıştı. Şimdi kocası olan bu adamı dinlerken yanağından süzülen yaşları tülbendinin kenarıyla silmiş, şehirdeki evinin hayalini kurmuştu. Düğün, dernek bitince kendini şehrin kenar mahallesindeki bahçeli bu gecekonduda buldu.

Takılıp kaldığı kilimin kırmızı çizgisinden ayırdı gözünü, spottan uzun aramaların sonunda bulduğu dört kişilik masanın sandalyesini ayağının önünden çekti, pencerenin pervazına yerleştirdiği, yağmur suyundan ağırlaşan bezi aldı. Bezden sızan sular dantel masa örtüsünü ıslattı, bezi eline iyice yerleştirip diğer elini de akan su damlalarına siper etti, ama olmadı, evine gittiği kadının ısrarıyla aldığı üçlü kanepeye de bir damla isabet etti. Kovaya bıraktı bezi. Kalan son takatinin uçup gittiğini fark etti. Elini kolunu kaldırmak istemiyordu artık. Kocasına seslendi. “Bu odaları yalnız başıma temizleyemem ya, kalk da yardım et bari, misafir odasındaki kilim de ıslanmış.” Kocası oturduğu yerden kalktı, tek laf etmeden ıslanan kilimi banyoya taşıdı.

Ev kurulandı, ıslanan yerler silindi, ıslak şeyler asıldı. Küllerinin de soğuduğu sobanın başına geçip oturdular, uzun uzun sustular. Sonra kocası belediyeden gelen mektubu çıkardı cebinden, kentsel dönüşümle ilgiliydi. Mektubu açıp bir şey söylemeden uzattı. Hızlıca göz gezdirdi kadın. Mahallede herkes bunu konuşuyordu, bugün yarın mektubun geleceği haberini almıştı. Düğünde takılanlarla, bir evimiz olsun deyip imarsız araziye yapılan bu gecekonduyu otuz bin liraya almışlardı. Şimdi gecekonduya karşılık verilecek daire için iki yüz bin lira isteniyordu. “Ev elimizden giderse burada durmam.” dedi.

Mektubun gelişinin üstünden bir ay geçmişti. Parayı denkleştirmek için aranan akrabalar ağız birliği yapmışçasına, “Biz de o kadar para ne gezer.” dedi. Kocasının babası, onlar evlendikten sonra köydeki arazileri satıp şehirde beş katlı apartman yaptırmıştı. Orada daireleri hazırdı aslında, ama burası, evleri, onca zaman, verilen emek? Toplanıp gitmek en doğrusuydu belki. “Bir kere bile temizlik harici çıkamadım ya şu evin kapısından.” deyip iç geçirdi.

Seher Ö. Karadeniz

10 Şubat 2021

Önceki İçerikMulti-Task Efsanesi: Aynı Anda Birden Çok İş Yapabiliyor musunuz?
Sonraki İçerikBeyaz Unsuz Şekersiz Hamur İşleri: Arzu Aygen ile Röportaj
Seher Özen Karadeniz
İletişimci /Eğitmen. Okur, yazarım. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünde lisans, Gazetecilik bölümünde de yüksek lisans eğitimi aldım. İstanbul’da gazeteci olarak başladığım çalışma hayatımı, halkla ilişkiler sektöründe medya ilişkileri yöneticisi olarak sürdürdüm. Yavaş kent olduğunu düşünerek 2007 yılında Antalya’ya yerleştim. Büyükşehir Belediyesi’nin Tarih Vakfı’nın danışmanlığında sürdürdüğü Kent Müzesi Projesi’nde görev aldım. Proje vesilesiyle hem kenti, hem de insanın geçmişle olan ilişkisini nereden kurması gerektiğini öğrendim. Belleğin kıymetini, tarihin sadece kahramanların hayatı üzerinden yazılamayacağını/yazılmaması gerektiğini kavradım. Bu kavrayışla kentimle ilgili fullantalya ve businessantalya kent bloglarında röportaj yapıp kent yazıları yazıyorum. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde iki yıl süreyle ‘Kurum Kimliği’ ve ‘Medya Planlama’, yaygın eğitim merkezlerinde ‘İletişim’ dersleri verdim. Halen kent içindeki en büyük yeşil alanı olan Zeytinpark’ta ‘Doğada İletişim, Doğayla İletişim’ başlılığıyla iletişim eğitimleri veriyorum. www.martidergisi.com’da 2012 yılından beri kitap yazıları, insan hikayeleri, kent yazıları, zaman zaman da gezi yazıları yazıyorum. Yaşam boyu öğrenme tam bana göre deyip AÖF Sosyal Hizmetler bölümünü bitirdim. Halen Sosyoloji bölümü 4. sınıf öğrencisi olarak öğrenim hayatımı sürdürüyorum. Evliyim ve 13 yaşında bir oğlum var.