Yıllar önce ilk kez Güney Fransa’ya gidip, Nice ve Cannes çevresini gezdiğimde içim sızlamıştı. Bizim sahillerimiz kat be kat daha güzel ama böylesine popüler değil diye. Evet, hizmet kalitesi ve turizmcilik anlayışları arasında önemli bir fark olduğunu kabul ediyorum ama hem doğal güzelliklerimiz hem de tesislerimiz çok daha üstün. Ama maalesef oralara akın akın, üstelik zengin turist gelirken, biz vasat turiste bile muhtaç haldeyiz. Ve bu durum yıllar içerisinde düzeleceğine daha da kötüleşiyor. Bunları hatırlamamın sebebi bu yaz gittiğim Marmaris ve Selimiye tatili. Çünkü yıllar sonra bir kez daha aynı şeyleri düşünüp, hissettim…
Tatil programını yaparken bir beton yığınına dönüşen Marmaris merkezi es geçip, denizine bayıldığım Turunç’la başladım. Bu nefis koy yukarıdan çok daha güzel göründüğü için de tercihim burayı tepeden gören bir butik otel oldu. Arabanızla seyahat etmiyorsanız pek tavsiye etmem, ulaşım sorun olabilir. Ama başka ülkelerden gelip, bu sorunu rahatlıkla aşan turistler olduğunu da belirteyim:) Çünkü dolmuş ve taksi seçenekleri var. Burada kaldığımız dört gün boyunca, civarda ne kadar koy varsa gezme şansımız oldu. Hisarönü, Amos, Turgut, Çiftlik, Bozburun, Söğüt, Kumlubük, Kızkumu mutlaka görülüp, denizlerinin tadına bakılası yerler.
Amos ağaçlarla iç içe, içilecek kadar duru bir denize sahip ve tepenizde üzümlerin sarktığı asmaların altından geçilip girilen bir koy. Sahildeki şemsiye ve şezlongları kiralayıp, salaş kafeteryayı işleten tipik bir Egeli aile. Diğer koylarda kafeteryada birşeyler yiyip içerseniz, şezlong ve şemsiyeye para ödemezken, burada ödüyorsunuz. Şemsiye ve şezlong kullanmazsanız, hiçbir ödeme yapmadan denize girmeniz de mümkün. Dolayısıyla en pahalı koy ama buna değer. Çünkü o ağaçların altına uzanıp, o denize girince oradan bir daha ayrılmak istemiyorsunuz…
Çiftlik ve Söğüt bu koylar içinde en beğendiğim diğer iki denize sahip. Marmaris tarafına tatile gidip de buraları görmemek kayıp olur. Her iki koyda da hem teknelere, hem de arabalarıyla gelip denize girenlere hizmet veren küçük işletmeler var. Hepsi mavi bayraklı bu koylarda, denizin dibini yukardan bakıp net olarak görmek mümkün. Öylesine temiz ve berrak suları var.
Turgut’tan özellikle bahsetmek istiyorum, çünkü bu şirin Ege köyünün yakınındaki küçük şelale yani Turgut Şelalesi cennetten bir köşe! Şelale değince aklınıza Manavgat ya da Düden gibi büyük bir su akıntısı gelmesin. Bir ormanın içinde hafif eğimli bir tepeden akan dere demek daha doğru olur. Ama hem etraftaki yemyeşil görüntü, hem de suyun buz gibi serinliği, özellikle küçük göletlere dönüştüğü yerlerde müthiş. Suyun soğukluğu yeni erimiş buz kıvamında ama kesinlikle girmeden dönmeyin. Unutulmaz bir deneyim oluyor! O kadar sevdik ki kaldığımız süre boyunca tekrar gittik:) Yoğun yaz sezonunda buraya akşamüzeri (17-17.30 gibi) gitmenizi öneririm, sabah ve öğle saatlerinde çok kalabalık olabiliyor.
Turgut’a giderken şirin Bayır Köyü’ne uğramadan geçmeyin. Çünkü köyün içinde, tam 1880 yaşında görülmeye değer kocaman bir ağaç var. Ama altında oturup çay içmeyi pek düşünmeyin, bu yaz kalın dallarından biri çürüyüp, kopunca yaralananlar olmuş.
Kızkumu, Hisarönü’deki Orhaniye Köyü’nün en ünlü denizi. Hem efsanesiyle, hem de denizin üstünde yürüyor görüntüsü veren sularıyla. Bu koya yaklaştığınızda yüzlerce insanın denizin üstünde yürüdüğünü görecekseniz. Elbette gidip, aynısını siz de yapacak ve bundan keyif alacaksınız. Bu deniz üstünde yürüyüş yolunun nasıl oluştuğuyla ilgili çeşitli hikâyeler var. Bunları okuyup, öğrenmek de ayrı bir eğlence.
Selimiye’ye geçmeden önceki durak yeryüzündeki cennet, Bördübet oluyor. Buradaki Golden Key Otel yemyeşil ormanı, muhteşem denizi ve sakinliğiyle huzur kelimesinin tam karşılığı. Modern dünyanın kaosu, gürültüsü ve karmaşasından o kadar uzak ki, başka bir gezegene gelmiş gibi hissediyorsunuz. Buradan adete yeniden doğmuş gibi ayrılıp, Selimiye’ye doğru yola koyuluyoruz.
Biz arabamızla gittiğimiz için Marmaris koylarını karadan gezdik. Ama elbette günübirlik turlar ya da daha uzun bir mavi tur da tercih edilebilir. Selimiye 1992’ye kadar yolu bile olmayan, yalnızca denizden ulaşılabilen küçük ve sevimli bir balıkçı köyü. Aslında “köyüymüş” desek daha doğru;) Şimdilerde hala köy halini korusa da, son derece popüler bir tatil mekânı. Şükür ki köylülerin direnci sayesinde henüz büyük beton otellerin istilasına uğramamış. Burayı bu kadar cazip kılan da bu bakirlik zaten. Butik oteller, pansiyonlar veya apartlar var. Çoğu da aile işletmesi. Teknelerin, yatların yanaştığı kıyı boyunca butik dükkanlar, sanat atölyeleri, keyifli restoranlar, kafeler ve bunlara bakarak deniz kıyısında yol alacağınız bir yürüyüş yolu var. Deniz o kadar muhteşem ki, gece bile bakınca içini görmek mümkün. Nerede kalalım derseniz, teknelerin yanaşmadığı bölümlerde denize kıyısı olan küçük butik otel ve pansiyonlardan biri derim. Bunları internetten araştırıp, beğeninize ve bütçenize göre karar verebilirsiniz. (Losta Butik Otel ve Vira Demir benim beğendiklerimdi.)
Selimiye’de “mutlaka gidin” diyeceğim tek yer seçme şansım olsa, Losta Tatlıcısı derim! Burada kaldığımız dört gün boyunca her gün gidip, neredeyse tüm tatlıları denedik, hepsi muhteşemdi. Köyden ayrılırken de kurabiye ve ev yapımı reçellerini toplayıp döndük. Sardunya (butik oteli de var) ve Aurora buranın en meşhur restoranları. Ama Sardunya o kadar kalabalık, gürültülü ve sıkışık duruyordu ki, sanki bütün köy oraya toplanmış gibi olduğundan hızla çıktık. Yemekleri nasıl olursa olsun, böylesine huzur dolu bir ortamda gürültülü bir yemekhane gibiydi. Aurora’yı da huysuz işletme sahiplerinin bu konudaki şöhreti tercih etmeme sebebimiz oldu. Zaten gezdiğim yerlerde, dikte edilen meşhur mekânlar yerine kendi keşiflerimi yapmak hep daha cazip gelmiştir. Size de bu şirin köyde, birbirinden hoş mekânlardan gözünüze kestirdiğinizi denemenizi öneririm. Örneğin ara sokakta yer alan ama yemeklerinin ünü hızla yayılan Beyaz Ev gibi. Bu küçük restorana sakin bir saatte gidip, mutlaka o nefis yemeklerinden deneyin. Mavi Pide, Üzüm ve Ceri akılda kalan diğer mekânlar oldu.
Marmaris’ten ayrılmadan önce son günü Akyaka’da geçirdik. Doğal güzelliği tartışılmaz bu koyun, kendine has mimarisi de göz alıcı. Burada buz gibi Azmak sularına girmek, akşam bu suyun üzerinde meze ve balık yemek ve yakındaki Akbük Koyu unutulmazdı. Akkaya’da çekilen diziler sebebiyle burası, eski sakinliğinden çok uzak kalabalık bir yer olmuş. Ama yine de Marmaris’e kadar gittiyseniz görmeden dönmeyin. Özellikle de Akbük Koyu’nu.
Bu yaz biz gittik ama yan yana duran bu yeryüzü cennetleri Marmaris’te yeni keşifçilerini bekliyor.
İmge Uluçay Özdemir