İnanç önemli bir güçtür. Bizi yalnızlıktan çıkartır, umut verir, yol açar, düştüğümüz anlarda, daha fazlasını yapamayacağımıza inandığımızda bizi kaldırır. İnanç tüm çarelerin tükendiğini düşündüğümüzde, kontrolün bizde olmadığını fark ettiğimizde döndüğümüz yerdir. Yazı Evi, yazarların kendilerine, yazdıklarına, yazacaklarına inançlarını sürdürmeleri için var.
İstanbul Bahariye’de dört katlı bir binanın birinci katında ufacık bir daire var. Kapısında Yazı Evi yazar. Temmuz 2012’de açıldı. Tüm yazarlara, yazma hevesi olanlara, yazamayıp yazmak isteyenlere, yazıyla ilgisi olan herkese kapısı açık.
Yazı Evi yazarlara cesaret vermek için, yazılarını geliştirmek, destek olmak, var olan yaratıcılıklarını ortaya çıkartmak için vardır. “Yazarlar” dedim. Yanlış anlaşılmasını istemem, Yazı Evinde biz yazmaya heveslenen, hayatının önemli bir bölümünü buna adayan, yazan, yazan ve yeniden yazan herkese “yazar” deriz. İçinde biraz yazma arzusu olan, bir yazı kıvılcımı taşıyan ama onu nasıl alevlendireceğini bilmeyen bir çok insan gelir bize. Yazı Evinde biz insanlara yazma, yazılarını geliştirme, bunu yaparken de hata yapabilme hakkını tanımak istiyoruz. Yazı Evinde yaptığımız çalışmalarda esas olan yazma cesareti, yaratıcılığı ortaya çıkartabilmek, çocuk ruhunu yeniden yakalayıp, dünyaya farklı baktığımız o yerlere ulaşmak ve oradan ya kendimizi iyileştirmek için ya da dünyaya anlatacağımız hikayeleri anlatmak için yazmaktır. Yazı Evi’nde “Yazar” olmak bir sonuç değil bir süreçtir.
Ben üniversiteyi Amerika’da George Mason Universitesinde okudum. Yaratıcı Yazarlık diploması alarak okuldan mezun olduğumda kendimi yazar sanıyordum. Yazar olmanın dört yıllık bir eğitimle, elimde tuttuğum bir kağıt parçasıyla olmayacağını kısa sürede öğrendim. Üniversite sonrasında bana sunulan iş imkanları genellikle gazetelerde ölüm ilanları yazmak oluyordu. Çevremdekiler bana önce bir, iki sene ölüm ilanları yazdıktan sonra belki bir muhabirin yanında iş bulabileceğimi sonra da belki on yıl içinde bana bir haber yazma görevi verilebileceğini söylediler. Beraber mezun olduğum bir kaç arkadaşım roman yazmaya, öykü yazarı olamaya karar verip inzivaya çekildi. Bir seneliğine dağ evi kiralayıp kitabını yazmaya karar verenlerin çoğu kısa sürede bir şirkette göreve başlayıp yaşamın akışına teslim oldular.
Yazmak, yazar olmak, bundan para kazanmak, geçimini bununla sağlamak, hele roman yazmak, kitapları satılan bir yazar olmak elinde bir diploma ile olmuyormuş, hızla öğrendim. Yıllar içinde ben de farklı alanlarda işe girdim, kendi işimi kurdum ama yazı bir şekilde hayatımdan hiç çıkmadı. Biliyorum ki benimle üniversitede yazarlık okuyan bir çok kişinin bugün işi her ne olursa olsun, bir çekmecede duran bitmemiş romanı, parça parça öyküleri, belki de sadece kendisi için tuttuğu bir günlüğü vardır. Diplomasını alsanızda, üzerinde çalışsanız da belki hiç bir zaman “Yayınlanmış”, “tanınmış” bir “yazar” olamayacaksınız ama içinizde hiç bitmeyen, dünyayı anlamak, onu anlatmak derdinde olan ve bunu kalem ve kağıtla yaptığında, kelimelerle anlattığında huzur bulan, heyecan duyan kendini “iyi” hisseden biriyseniz o zaman Yazı Evinde sizin için de bir yer var.
Yazma süreci sancılıdır. Önce bir fikir düşer içimizde, bir hikayenin ucundan tutmuş, eteğinden yakalamışızdır. Heyecanla dolar içimiz, sanki kalemi kağıdı alsak elimize, ya da geçsez klavyenin başına kelimeler kendiliğinden dökülecek, yazı mükemmel bir şekilde, zihnimizde olduğu gibi ortaya çıkacak. Ama öyle olmuyor coğu zaman. İçimizde yanan o ateşle yazmaya başlıyoruz.
Bazen hemen, bazen bir kaç sayfa sonra, bazen de 100 sayfa sonra birşey oluyor; duruyoruz. Zihin boşalıyor, içimizdeki ateş aniden sönüyor. Bir rüyadan uyanıp elimizde kalem bulumuş gibi şaşkın şaşkın öylece duruyoruz. Yazdıklarımıza bakıp okuduğumuzda dehşete kapılıyoruz. Bu kadar kötü yazdığımızı bilmediğimizi fark edip kaleme kağıda küsüyoruz. İçimizdeki yaratıcıyı kamçılayan, ateşi harlayan, yelkenlerimizi doldurup bizi ileriye taşıyan rüzgar bir anda kesilince biz de çökebiliyoruz. Yazar olmadığımıza, yazdıklarımızı kimsenin okumayacağına, zaten bu işte para olmadığına, meşhur olmanın zor olacağına karar verip özgüvenimizi paspas yapıyor, üzerinden bir de biz geçiyoruz.
İşte burada Yazı Evi bir sığınak. Yazı Evinin her odasında, orada yazmaya çalışan, yazan, derse katılan, mutfakta çay demleyen, balkonda sigara içen, köşede kitabını okuyan herkes sizin sığınağınız oluyor. Onlara paspas olma hikayenizi, artık bir yazar olamayacağınızı anlattığınızda sizi anlıyorlar ama bununda geçeceğini biliyorlar. Belki bir ateş yakmıyoruz ama çaylarımızı alıp toplanıyoruz, askerlik hikayeleri paylaşır gibi yazının bize ihanet ettiği, ilham perisinin asırlarca bizi ziyaret etmediği, kendimizi başarısız hissettiğimiz anılarımızı paylaşıyor yavaş yavaş birbirimizi iyileştiriyor, yazar olmanın bir süreç olduğunu birbirimize sürekli hatırlatıyoruz.
Yazı Evinde Yazar olma sürecini kolaylaştırmak için atölyelerimiz de var. Roman, Öykü, Dizi Senaryosu atölyelerimizin yanısıra, sadece yazma keyfi için Yazı Çemberimiz, paylaşmak için Yazını Kap Gel Atölyemiz var. Her yazarın içindeki hikayeyi ortaya çıkartacak, herkesi, yazar olsun olmasın anlatıcısı ile buluşturacak Hikaye okulumuz var. Okuma grubumuz, yaratıcılığı tetikleyen, okur olarak bizi geliştiren Renkli Yaş Alma atölyemiz, içimize dönüp kendimizi iyileştirebilmemiz için Buğulu bir Aynamız, Kahramanlarımız ve onların Yolculukları var. Yazı evinde yazıda buluşan, yazıyı bir araç olarak kullanmak isteyen, yazar olmak isteyen, sadece kendisi için yazmak isteyen herkese bir yerimiz, bir köşemiz ve bir çalışmamız var.
Yeşim Cimcoz
Göbek bağımı üniversite kapısına atmış olmalılar çünkü ben hep okudum ya da okuttum, yazdım ya da yazdırdım. 49 yıllık yaşantımı İngiltere, Nijerya, Amerika ve Türkiye’de geçirdim. Hiç bir yere ait olmamanın sancısını her yere uyum sağlama becerimle dengeledim. Üniversiteyi ABD’de George Mason Üniversitesinde Yaratıcı Yazarlık okudum. Herkesin tersine ben Eğitim üzerine Master yapmak için Türkiye’ye geldim. Bilkent, Bilgi ve Yeditepe Üniversitelerinde hocalık yaptım. Bilgi üniversitesinin hazırlık okulunu kurdum, Yeditepe’de yazarlık ve çeviri dersleri verdim. Kendi şirketimi kurdum, şifa çalışmalarına başladım. Bu süreçte hep yazı vardı. Istanbul’u Yazıyorum projesini 2010 Ocak ayında başlattım. Üç senedir istanbulu yazıyla buluşturuyoruz. Semt semt gezip yazıyoruz. Amerika’dan 18 yazar için Writing İstanbul çalışmasını Mayıs 2012’de 4 günlük bir gezi/yazı atölyesi ile gerçekleştirdik. Yazdırdım, yazarlara destek oldum, danışmanlık yaptım, ders verdim. Yazdım. İki kitap çıkarttım, yazmak üzerine: Yazarak Hafifleyin ve Şifayı Beklerken. Onbeş yıldır sanal ortamda ve gerçek hayatta hem İngilizce hem de Türkçe yazarlık, yazının iyileştirme gücü üzerine eğitimler verdim.
Temmuz 2012’de hep hayalini kurduğum Yazı Evini açtım. Ben açtım ama onu yaşatan oraya gelen yazarlar, onların hikayeleri, anlatacakları, anlattıkları ve paylaşımları. Hiç bir zaman öğrenci olmaktan vazgeçemedim. Şimdi Londra’da Gillie Bolton’dan yazının kendi kendimize terapi olarak kullanımı üzerine eğitim alıyorum.