Yıl 1895… Lumiere kardeşler, kendi keşifleri ile ilk kısa filmlerini çekip gösterimlere başladılar. Film sadece bir trenin gara yanaşmasından oluşuyordu. Bunu ekranda gören izleyiciler trenin kendilerine çarpacağını zannederek çok korktular.
Yıl 1902… Lumiere kardeşlerden çok etkilenen George Melies, Ay’a Yolculuk isimli filmiyle sinema tarihinin ilk bilim kurgu filmini çekti.
Yıl 1913…İnsanların sinemaya olan ilgisini fırsat olarak görenler Hollywood düzenini oluşturdular. “The Squaw Man” isimli film, Hollywood sinemasının ilk filmi oldu.
1940’lı yıllara gelindiğinde Amerika’da ve İngiltere’de insanlar haftada 2-3 kere sinemaya gidiyordu. Artık senaryolar belli kurallara göre yazılıyordu. Sinematografi oluşmuştu. Yönetmenlik fazlasıyla önem kazanmıştı.
Sinemayı sektörleştiren ülkeler kendi geçmişlerinden kahramanlar yarattılar ve propaganda yapmak amacıyla sinemayı kullandılar. Kendi ürünlerini, oluşturdukları kahramana kullandırdılar ve izleyen herkese özendirdiler. Örnek olarak bir kahraman bir içecekten içtiğinde herkes o içeceği istiyordu. Günümüzde de bir şey değişmedi.
İnsan türü canlılar 3 temel yapı taşıyla yaşamlarını sürdürürler. Ego, Süper Ego ve İd (Freud)
En basit tabiri ile İd ruhumuzun derinliklerinde yatan arzularımızı (Cinsellik, açlık vb), Ego kişiliğimizi (bireysel yaşantımız), süper ego ise toplumun içinde var olabilmek için gereken kararlarımızı betimler. Birisi diğerine üstün geldiği anda insan bir lidere dönüşebilir ya da çok mutlu bir insana, belki de bir suçluya. Yine de süper egonuzu üstün tutmamanızı öneririm. Yoksa kendi kararlarınızdan yoksun sürekli yönlendirilen insanlardan olursunuz.
Yıl 1990… Sinema hala devam eden bir anlayışla üçe ayrılmıştı. Dünyanın her yerinde, izleyici için çekilip gösterilen filmler, izleyenlerin duygularını ve aklını doyuruyordu. İkinci olarak sanat, sanat içindir anlayışına sığınıp ödül kazanma arzusu ile çekilen filmler vardı. Üçüncü olarak toplumun genel sorunlarına ya da kişinin bireysel sorunlarına odaklanan filmler vardı. Bu üçe bölünüş bir çok unutulmaz yönetmeni ortaya çıkarmıştı. Senaryolar yazılırken karakteri oluşturmak için Freud’un bu üçlemesine başvuruyordu herkes. Çünkü izleyici de ödülü verende insandı ve kendinden bir şey bulmak istiyordu.
Yıl 2021… Sinema izleyicileri için geliştirilen görsel efekt sistemleri, artırılmış gerçeklik gibi bir çok sinema materyali ile birlikte sinema düzeni çöktü. Pandemi ile gelen ağaçların, çiçeklerin, nehirlerin, hayvanların “beni yok ediyorsun” çığlıkları, Dünya’nın en büyük propaganda aracı olan sinemayı yendi. Kuraklık filmi çekerken bile doğanın yok oluşuna değil de yok oluştaki insan mutsuzluğuna odaklanan senaristler ve yönetmenleri yendi. Filmleri kendini geliştirmek, duygularında yol göstericilik kazanmak ya da benliğinde ki parçaları tamamlamak için değil de kaybetmemesi gereken zamanını harcamak için izleyen insanları yendi.
Kendini her şeyden üstün gören insan ırkının kibirli tutumu ve daha fazla güç sahibi olmak adına atacağı adımlar değişmediği sürece bu sadece başlangıç. Sinema yeniden güçlenecektir. Ancak onu güçlendirenler doğru insanlar olmadığı sürece sinema kralları beyin yıkamaya ve siz izleyiciler mutlu olduğunuzu zannetmeye devam edeceksiniz.
Geç değil. Bir şeylerin değişmesini beklemeyin. Siz değişin…
Orhan Burak Acar