Kars’a gitmek nereden aklıma geldi? Anlatayım.
Yıl 2006: İzmir’deyiz, kuzenim Asuman o dönemde ÇYDD şube başkanı ve yaptıkları etkinliğe beni de davet etmişti. Değerli Türkan Saylan ile o gün tanıştım. Yanında oturdum ve sohbet ettik bir sure. Kars’tan yeni gelmişti ve demişti ki “Kars’a mutlaka gitmelisiniz. Oradaki peynir üreticilerini dolaşmalı ve onlara yardım etmelisiniz.”
Yıl 2012: New York’tayım. Türkiye’den giderken sadece “arkadaşımın ablası” olarak nitelediğim, metazori bir merhabamız olur diye düşündüğüm fakat sonra hayran olduğum kadın Selma Yılmaz anlattı Sarıkamış’ı ve Kars’ı. Eskilerden, çocukluğundan… Sokaklarından, şimdi çoğu yıkılmış sinemalarından, Rus mimarisi binalarından…
Ve sonra Tamer Akgün… Çalıştığı coğrafi bölge nedeniyle sıkça yaptığı seyahatlerinde çektiği fotoğrafları, uçsuz bucaksız manzara resimlerini facebookta takip ediyordum.
Yıl 2013: Fotoğraf çekmek için Türkiye’de daha önce görmediğim bir yere gitmek istedim. Mardin olabilirdi, Tunceli’yi düşündük derken bir parmak şıklatmayla birlikte KARS’a gideceğiz dedim. Paylaşmak bu yüzden çok önemli. Aklımda yer etmiş dinlediklerim ve gördüklerim, KARS’a gitmeye bu kadar kolay karar verdim…
Kars, Anadolu’nun en yüksek kentiymiş. Rusların egemenliğinde 40 yıl kalmış… Bu kısa sürede Ruslar şehircilik eserlerini ortaya koymuşlar… Nefis bir “eski” şehir var. Yollar geniş, kaldırımlar da öyle, binalar zarif ve güçlü. Gözü yoran detay yok aksine çok estetik. Mimarileri, sanat eseri gibi…
Yapacağımız seyahati tweet atınca Gülşah Elikbank (Yazar, Seferihisar Yazarlık Atölyesi’nde tanıştım, edebiyat atölyelerini organize eden kişi aynı zamanda) hemen yanıtladı ve Buket Uzuner’in (Tek bir gün katıldığım atölyenin o günkü konuğu idi, ki o atölye çalışması içimde çok güzel izler bıraktı) Kars ile ilgili notları olduğunu yazdı. İnternette aradım buldum. Peynir Müzesi’ni o yazı sayesinde öğrendim. Paylaşımın gücü!
Boğatepe: 2.300m rakım. 400 haneli bir köy, akıllı ve çok çalışkan insanlar, doğal yiyecekler… Ve gerçek süt lezzeti… İddia ediyorum o güne kadar içtiklerim süt, yediklerim peynir değilmiş. Öyle bir lezzet! Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği’ni kurmuşlar ve Peynir Müzeleri var. Gravyer ve kaşar nasıl başladı, süreci ne oldu, kimler emek verdi, kimler geldi, kimler geçti anlamak için gezebilirsiniz. Köy nefis bir manzaraya sahip olmanın yanısıra endemik bitki zenginliği, aromatik otlara sahip.
Bu nedenle yabancı ziyaretçiler, araştırmacılar sıkça geliyormuş. Peynir Müzesi kurucularından Celal Kazım Ömür peynir üreticisi ve eşi Zümran hanım da aromatik ve tıbbi bitkiler üzerine eğitim almış, şifalı bitkileri topluyor ve uygun şekilde kurutup, satıyorlar. Köyde üreticiler peynirleri adrese teslim satıyorlar aklınızda olsun, iletişime geçebilirsiniz…
Kars’a kaşar ve gravyerin başkenti diyebiliriz. 1 kg gravyer için 17 kg süt, 1 kg kaşar için 10 kg süt gerekiyormuş… Hayvan sergileri yapıyorlarmış, “Çocuklar psikolojik baskı altındalar, peynirin markette üretildiğini sanmasınlar, hayvanlarla, doğayla, aromatik bitkilerle, çayırla çimenle tanışsın” istiyorlar. Gravyer ustalarıyla övünüyorlar. Yedi yıl dünya birinciliği elde eden Mansır Usta’ları var geçmişlerinde. Boğatepe’ye ilk olarak Tiflis’ten 1920 yılında gelmişler. Ekonomik gücü olan, babayiğit insanlar. Bilgili, kültürlü. Malakanların terkettikleri evlere yerleşmişler, işletmelerini çalıştırmaya başlamışlar. İlk gravyer ve kaşar peynirini üretmişler…
Kars’ta kaldığımız süre içinde çok yer dolaştık. Restore edilen zarif bir Rus binasına sahip Kar’s otel bu konuda çok yardımcı olarak, rehberli araç kiralamanızı sağladı. Yoksa, bir kaç gün içinde Kars’ın köylerine, ilçelerine gitmemiz zor olurdu.
Bir sabah Sarıkamış’a gittik. Allahuekber Dağı Şehitliği’ni görmek için… İnsan daha bakımlı, daha özenli yerler bekliyor. Vatan uğruna can veren 60.000 askerin anısına etrafı daha temiz, yeşillendirilmiş, çiçeklendirilmiş bir yer olmalı diye düşünüyor insan… Bakımsız diyemem ama duygusal bir eşik var zihnimde ve o eşiğin altında kaldı. Gözbebeğimiz kadar değerli olan bu yerleri hakettiklerinin üzerinde güzel ve bakımlı kılmak gerek.
Ani Harabeleri… Kocaman bir arazi, Ermenistan sınırında, arada Arpaçay ve üzerinde İpek Yolu köprüsü… Yıkılmış, bir ayağı bizde, bir ayağı komşuda… Binlerce yıldan gelen, çeşitli medeniyetlerin izleri… Müthiş bir yer! İpek Yolu’nda yürürken içimi heyecan sardı, hangi anıların üzerinden geçiyorum diye…
Sarıkamış’a gidince Katerina’nın Av Köşkü’nü ziyaret edin. Ama dolaşırken üzüleceksiniz. Ağaç kütüklerinden yapılmış bu muazzam binanın durumu içinizi acıtacak. Bakımsızlık, ilgisizlik, yıkık dökük hali… Tüm bunlara ragmen asil duruşunu kaybetmemiş olmasına hayran olacaksınız. Ani Harabeleri gibi hatta pek çok tarihi eserimiz gibi bu köşkün de duvarlarında hep ziyaretçilerin yazıları, kazımaları dolu. Tarihi eser saygısızlığımızdan utanıyorum. Bir tarih zenginliğinin üzerine hangi ruh haliyle gelir de imzasını atar, adını yazar, ilan-ı aşk cümleleri yazar ki insan?
Kaz etini kış aylarında yemek gerekirmiş. Mevsim nedeniyle bize kısmet olmadı ama başka yöresel yemeklerini denedik. Evelik, Kesme aşı, Hangel gibi çok güzel yemekleri var. Kaldığımız otelin bir kaç bina sol tarafında ev yemekleri yapan restaurant vardı. Cafer bey ve ailesi işletiyor. Tertemiz bir yer, yemekler lezzetli, Cafer bey çok çalışkan ve güler yüzlü. Her akşam ertesi gün hangi yemeği deneyelim diye sözleşiyorduk.
Aşıklar Otağına gidin mutlaka. atışmalarını dinleyin. Başka bir iş yapmayan, gönülden ve içten gelen bu aşıklıktan başka iş bilmeyen bu insanların geleneklerine ve sanatlarına şahitlik edin, ruhunuzu doyurun. 300 yıldır varolduğu söyleniyor ve günümüzde 72 tane tescilli aşık var deniyor…Biz çok keyif aldık ve bu maharetli gönül insanlarının hürmetleri karşısında ezildik diyebilirim.
Türkan Hoca’nın sözünü dinledim Kars’a gittim. Çektiğim fotoğraflarla ve Fatih’in haber anonslarıyla videolar yaptım, youtube http://www.youtube.com/watch?v=Q549EP7dhhA ve sosyal medyada paylaştık. Gördüklerimi herkesin görmesine uğraştım. Belki peynir üreticilerine böyle bir katkım olur.
Kars’tan dönerken içimde huzur vardı, etkilendim. Yüksek ovaları, yeşilin her tonu… Henüz kentsel dönüşüm çılgınlığına teslim olmamış mimarisi, kalesi, şehitlikleri, Sarıkamış’ı, peyniri, balı, yöresel yemekleri, dost insanları, kazları…
Kars yazısına noktayı aşıklar koysun istiyorum:
Dibi delik kaba,
Hakkın suyunu,
Taşıyıp yorulma,
Dolduramazsın…
Sevgiyle,