Bir zaman makinesi icat edilseydi eğer, en çok hangi zamana gitmek isterdiniz?
Cevap, yaşa, cinsiyete kişinin yaşanmışlıklarına, ilgi alanlarına göre değişir elbet. Herkesin takılı kaldığı bir zaman dilimi vardır. Merak ettiği, görmek istediği…
Ben sessiz film dönemini merak ederim mesela. Özellikle şimdilerde dijital çağda kamera arkası görüntülerini gördükçe, 1860’larda yeni keşfedildiği yılları daha çok merak ediyorum doğrusu.
Teknolojinin son sürat ilerlediği bir zaman dilimindeyiz. Yeni çıkanı algılamaya çalışırken bir üst modeli ortaya çıkıyor. Biz daha en baştan 1-0 yenik durumdayız.
Çocukluğumun renkli dünyasının siyah beyaz fotoğraflarına bakarken 9 yaşındaki oğlumun sorusu beni nerelere götürdü bir bilseniz: “Bu fotoğraflara bilgisayarda bakarken de böyle siyah beyaz mıydı anne.?”
Çocuk haklı, gözünü açtı dijital makine var. Her çektiğimizi anında gösteriyoruz. Bilgisayardan yüzlerce fotoğraftan beğendiklerimizi seçip bastırıp albüme koyuyoruz. Hal böyle olunca yolumuz mecburen Beyoğlu’nda bulunan TÜRVAK Vakfının açtığı Sinema Televizyon Müzesi’ne doğru gidiyor.
“Bu müzede neler var ki?” demişti ilk içeri girerken.
“Sinema, televizyon ve fotoğrafta kullanılan filmler var” dedim. İlk aklıma geleni söyledim. Ama beni bekleyen sürprizleri ben de bilmiyordum doğrusu.
Bana soru işareti gözlerle bakarken müzede ilk bulduğum film negatiflerini gösterdim. “1950’lerden kalma Moviola marka 35mm’lik Hollywood’un ünlü senkron, montaj ve eşleme cihazı” üzerindeki filmin negatifini birlikte inceledik.
Her salon kendi içinde bir hikâye barındırıyor. Sinema, Televizyon, Tiyatro ve Balmumu bölümleri var. Biz en çok Televizyon bölümünde takıldık. TV kameraları, kayıt cihazları, siyah beyaz dönemi sinyal tabelaları, 70’li yılların stüdyo monitörleri, TRT’nin ilk siyah beyaz ve renkli kamerası, video kaydediciler, özel efekt cihazları (ağır çekim, hızlı çekim), stüdyo ve aktüel kameralar sergileniyor.
Sinema katında, Muhsin Ertuğrul’un ilk sesli çekim yaptığı kamera (İstanbul Sokakları / 1933) sergilenenler arasında en dikkat çekici olanı. Sinema filmi çekimlerinde kullanılan kamera ve ışıklar, kurgu eşleme, film kopya, bant okuma, tele-sine, projeksiyon, developman (film banyo cihazı) gibi cihazların yanı sıra sualtı kamerası ve tek çekimlik fotoğraf makineleri de bulunuyor.
Bir sonraki en çok önünde durduğumuz makine “Türkiye’ye ilk gelen optik kayıt cihazı. Sesi fotoğraf olarak tespit edermiş, direkt kayıt bu cihazda yapılırmış.”
Biz şaşkınlık içinde her şeyin üzerindeki açıklamayı okuyoruz. Hayran hayran makineleri inceliyoruz. Böylece, oğlumun soruları eşliğinde tüm cihazları incelemiş olduk.
Sıra geldi Balmumu müzesine, benim için çocukluğumun kahramanlarının bir arada olduğu yerdi burası. Adile Naşit’i Hababam Sınıfı filmindeki rolüyle, Sadri Alışık’ı Turist Ömer filmindeki rolüyle görünce zaman tüneliyle çocukluğuma döndüm adeta.
Sinemanın unutulmaz karakter oyuncularının; Kemal Sunal, Sadri Alışık, Adile Naşit, Belgin Doruk, Ayhan Işık, Yılmaz Güney, Öztürk Serengil, Hulusi Kentmen, Vahi Öz, Necdet Tosun ve Feridun Karakaya ve daha nicelerinin balmumu heykelleri vardı burada.
Katlar arası gezmeye devam, Tiyatro bölümüne geliyor sıra.
Tiyatro bölümünün olmazsa olmazı
Türkiye’de tiyatronun meslek olarak kabul edilmesini sağlayan Muhsin Ertuğrul’un kişisel eşyaları bu salonda sergileniyor.
Muhsin Ertuğrul’un Dragos’taki evinde bulunan çalışma masası, yağlı boya portresi, şahsi eşyaları, eşine ve Beklan Algan’a yazmış olduğu vasiyetler, şapkaları, takım elbiseleri, daktilosu, çalışma koltuğu, özel çalışmaları; kostümleri ve balmumu heykeli.
Odalar arası geziyoruz her oda başka bir dünya. Gezdikçe, Orta Oyunu ve Karagöz-Hacivat bölümleri; Darülbedayi’nin afiş, belge ve fotoğrafları; Vala Somalı karikatürleri, İsmail Dümbüllü’nün balmumu heykeli ve Mengü Ertel afişleri karşıma çıkıyor.
Diğer tarafta Türk Tiyatrosu’nun Osmanlı’dan (Gedikpaşa Tiyatrosu), Darülbedayi’den günümüze 260 yıllık tarihini belgelerle gözler önüne seriyor bu salon. En çok dikkatimi çeken Fransızca, Osmanlıca ve Türkçe el ilanları oldu.
Ödüller, eski tiyatro dergileri, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın imzalı maaş bordroları, masklar, biletler ve afişler hepsi bu salonda.
Her katta birden çok oda var ve her oda adım attıkça insanı içine çekiyor, Tarih yapraklarında gezindiğinizi hissediyorsunuz hemde üç boyutlu olarak. Ben ve oğlum ilgiyle belkide biraz merakla her metrekareye düşen eşyayı inceliyoruz, önünde yazan açıklamayı okuyoruz. Bazen oğlum kafasında zamanı oturtamıyor
“Bunlar varken sen doğmuş muydun” diyor.
Ben de “Değil ben, deden bile dünyada yokmuş daha diyorum.” Tepkisi çok oluyor o zaman. “Vaaay o kadar eski yani”
“Eski değil, tarihi ve değerli”
Biz bugün kendi zaman makinemizi yaptık ve bir geziye çıktık. İnanıyorum ki hayal etmeye devam eden, hayallerini gerçekleştiren insanlar var oldukça bu geziler çoğalmaya devam edecek.
Sevgiyle kalın.
Hüma Oktay